Bizim Şirketimiz de Ünlü Olacak

1955’te geliştirdiğimiz ilk transistörlü cep radyomuz, küçük ve kullanışlıydı. Belki daha sonraki ürünlerimiz kadar küçük değildi ama onunla gurur duyuyorduk. Amerika’yı doğal bir pazar olarak görüyordum; orada iş hacmi artıyordu; çalışma oranı yüksekti; insanlar ilerici ve yeni şeylere açıktı; ayrıca uluslararası yolculuk kolaylaşıyordu.

29,95 dolarlık radyomu elime alıp, oradaki satıcıları gezdim. New York’lu mağaza sahiplerinin çoğu bana aldırış bile etmediler. “Neden bu kadar minik bir radyo yapıyorsunuz? Amerika’da herkes büyük radyolar istiyorlar. Evlerimiz zaten çok büyük. Küçük şeyleri kim alır?” dediler.

Amerika’yı gezerken öğrendiklerimi açıklamaya çalıştım. “Sadece New York kentinde yirminin üzerinde radyo istasyonu var. Evet, evler de büyük. Bu büyüklük, her aile bireyinin diğerlerini rahatsız etmeden kendi odasında bu minik transistörlü radyoyu dinlemesine elveriyor. Tabii, ses kalitesi daha büyük radyolara kıyasla o kadar iyi değil ama boyuna göre mükemmel.” Çoğu, sözlerimi mantıklı buldu. Karşı konulamayacak, geri çevrilemeyecek öneriler yapıldı. Ama ben tedbirliydim. Büyük kar önerenleri geri çevirdim. Alıcı firmalar çıldırdığıma hükmettiler. Şirketimizin küçük, benim tecrübesiz olmama karşın, yıllar sonra doğru karar verdiğimi anlayacaktım.

Bulova’dakiler radyoyu çok beğendiler. Satınalma müdürleri, havadan sudan konuşur gibi, “Çok beğendik. Yüz bin tane alacağız” dedi. Şoke olmuştum. Yüz bin! Bu, şirketimizin kapasitesinin birkaç katı bir siparişti. Beynim tıkır tıkır çalışıyordu. Ayrıntıları konuşmaya başladık. Bir tek koşulları vardı: Radyonun üstüne Bulova adını koyacaktık.

Siparişi Al!

Bunu duyunca durdum. Öteki firmalar için fason mal üreten bir şirket olmamaya ant içmiştim. Kendi mallarımızın gücüyle firmamıza isim yapmaya kararlıydık. Şirketime bildireceğimi söyledim. Gerçekten de, Tokyo’ya ayrıntılı bir telgraf çektim. Cevap şöyleydi: “Siparişi al!” Ne bu fikirden, ne de aldığım cevaptan hoşlanmıştım. Uzun süre düşündükten sonra, hayır demeye karar verdim. Başkaları için radyo üretemezdik. Bulova’daki müdürü arayınca, adamcağız önce beni ciddiye almadı. Böyle bir siparişi nasıl geri çevirebilirdim? Kabul edeceğimden öylesine eminim ki, fikrimi değiştirmediğimi görünce, sözü kısa kesti:

“Firmamızın ismi, elli yıldan beri duyulan çok ünlü bir isimdir. Oysa sizinkini kimse tanımıyor. Neden bizim ismimizden yararlanmıyorsunuz?”

Görüşünü anlıyordum ama benim de kendime göre bir bakış açım vardı. “Elli yıl önce sizin isminiz de tıpkı bugün bizimki gibi tanınmamıştı. Burada, elimde yepyeni bir mal var. Ve şirketimin önündeki elli yılın ilk adımını atıyorum. Sizi temin ederim, elli yıl sonra bizim şirketimiz de sizinki kadar ünlü olacak.”

Bu karar bana cesaret ve gurur vermişti, hiçbir zaman da pişman olmadım. Ama Tokyo’da Ibuka ve diğerlerine kararımı açıklayınca, hepsi beni budalalık etmekle suçladı. Ama aynı şeyi o zaman da söylemiştim, hala da söylerim: Hayatımda verdiğim en iyi karardı bu.

Kaynak: Akio Morita, Made in Japan, Bir Japon Mucizesi Sony, Türkçesi: Yakut Güneri, İlgi Yayıncılık, 1987, s. 96-98.