Çırak Programı’nın Hikâyesi

Donald Trump’la ilk defa 2002 yılı Mayıs ayında, Survivor: Marquesas finalini yaparken tanıştım. Finali Manhattan’da yapmak istiyordum ve Trump Wollman buz pateni pistinin en ideal yer olacağını düşündüm. Geceleri oranın gökyüzü görüntüsü güzel ve görüntülenmeye uygundur. Şovumuz tribünlerden canlı olarak izleniyordu. Sahneye atladım ve katılımcı olan beş bin hayran ve misafire selam verdim. En ön sırada Trump’ın kendisi oturuyordu. Kendisine bize izin verdiği için bolca teşekkür ettim ve izleyiciye, pistin isminin bu yapının bitirilme yolunu düşünebilecek Manhattan’daki tek kişiden geldiğini hatırlattım.

Harika bir hikâyeydi ve o anda oradaki izleyicilere hikâyeyi anlattım. Donald Trump, Trump Towers’taki terasından beş yıl boyunca ring inşaatındaki boşa çabalamaları izlemiş ve çocuklarının sürekli olarak “Baba, bu ring ne zaman tamamlanacak? Biz ne zaman buz patenine gidebileceğiz?” sorularından bıkmıştı. Bu nedenle, şehrin görüntüsünün bu inşaat yüzünden tamamen berbat duruma geldiği ve kendisinin bu yapıyı bütçenin de altında olacak şekilde üç ay içinde tamamlayabileceği iddiasıyla Belediye Başkanı Ed Koch ile savaşmaya gitti. Başkan Koch ise cevaben bu fikre güldüğü bir basın toplantısı düzenledi. Belediye başkanının bilmediği şey, Trump’ın ne yapmaya çalıştığının tamamen farkında olduğuydu. Montreal Canadians’ buz hokeyi ringinin geliştiricisini çoktan aramış ve kendisinden bir görüşme talep etmişti. Ringi inşa eden adam, ring üzerinde yumuşak bir buz yüzeyi oluşturmakta zorlanmalarının sebebini, sadece lastik hortumlar ve su kullanmak yerine soğutma makinesi kullanmaları olarak açıklıyordu. Şehrin altı yılda başaramadığını, Trump üç buçuk ayda başardı. Ve bu işin bir parçası olarak sonsuza kadar isim ve ruhsat haklarını elde etmişti.

Bu hikâyeyi anlattıktan sonra, sahneden indim ve o sırada Donald Trump önümü kesti. Bana, Survivor’ı sevdiğini ve arada sırada birlikte bir şeyler yapmamız gerektiğini söyledi. O yılın sonlarına doğruydu. Bir sonraki sezonumuz için Brezilya’da iş seyahatindeydim. Kariyerimde çok ilginç bir noktadaydım. Çok uzaklarda ve ormanlık yerlerde çekilen şovlarımızın on beşini çoktan tamamlamıştım. Düşürdüğü lensi almak için nehre uzanan kameramanımızın elini nehir piranası ısırmıştı. Her akşam kabile konseyine giderken, botlarımızı kıyıya çekmek için yaklaşık otuz kadar timsahın oluşturduğu tümseğin etrafında manevralar yapmak zorundaydık. Geceleri çadırlarımızın çevresinde jaguarlar dolanıyordu. Bir gece ormanda oturmuş, yılın geri kalanını Amerika’da oldukça güvenli bir ortamda geçirebilmenin yollarını düşünüyordum. Tam bunu düşünürken, arkamı döndüm ve milyonlarca böceğin bir cesedi yemekte olduğunu gördüm. İşte o anda ve orada aklıma düştü… New York City. Bu küçük adada yaşayan insanların çoğunun sırada bir diğerine çarpmadan kahve bile alamayacağı yerde. Tam da o an rekabetçi, önceden yazılmamış bir drama için harika bir düzenleme aklıma geldi.

New York’ta herkesin istediği şey neydi? İş bulmak ve zengin olmak istiyorlardı. Ve işte o akşam, Aralık 2002’de Amazon ormanlarında The Apprentice (Çırak) fikri doğdu. Şov, on üç hafta sürecek, televizyonda gösterilecek iş görüşmesi olacaktı ama özgeçmişlerini ve görüşmeleri kullanmak yerine, adaylar takımlara bölünecek ve gerçek hayatta iş dünyasında görevler alacaklardı. En sonunda kazanan aday, hayat boyu sürecek bir iş fırsatının sahibi olacaktı. Tek soru ise girişimcilik kalitesini görsel bir yolla yansıtabilecek birini bulup bulamayacağımdı. Sert, saygıdeğer ve sevilen birisi olmalıydı. Şovu üstlenecek biri. Adaylarla ve Amerikan izleyici kitlesiyle mükemmel bir uyum yakalayabilecek saçma-olmayan bu iş adamı kimdi? Derhal aklıma Wollman Rink’te düzenlenen gecede Donald Trump’ın benimle çalışmak istediğini söylediği an geldi. Düşündüm ki tam da bu iş için yaratılmış!

Amerika’ya geri döndüm ve bu yeni iş hayatı şovu için kafamda format tasarlamaya başladım. Bazı Survivor işleri için New York’a gitmem gerekiyordu ve Donald’a ulaşmak için bu zamanı kullanabilirim diye düşündüm. 2003 yılı Şubat ayı ortalarıydı. Uçaktan iner inmez bir toplantı ayarlama umuduyla ofisini aradım. Taslağı henüz tamamlamamıştım ama ayarlamak için bir ya da iki günün yeteceğini düşünüyordum. Hesaba katmadığım şey ise Donald Trump’ın idareyi eline alacak türde bir adam olmasıydı. Kafasında bir şey ayarladığı zaman, sorumluluk da onda olacaktı. Hem de hiç beklemeden. Telefonu açtı ve “Neredesin?” diye sordu. Arabada ve LaGuardia’dan çıkmak üzere olduğumu söyledim. “Buraya gel. Kapıdaki görevliye seni yukarı çıkarmasını söyle.” dedi.

Düşünme aşamasındaki bir iş için bu kadarı çok! diye düşündüm. Toplantıyı iptal edebilirdim ama tam olarak hazır olmasam bile hız kaybetmek istemiyordum. Ya şimdi olacaktı ya da asla. Projeyi tepeden tırnağa biliyor ve ona inanıyor olsam da olmasam da. Başlamadan önce, Donald bana herkesin ona yapması gerektiğini söylediği realite şovu anlattı – dişlerini fırçalarken ve dünyaca ünlü saçlarını tararken kameramanın başroldekini takip ettiği, Osbournes tarzı bir programdı ondan istenilen. Bununla ilgilenmiyordu ve ben de buna güvenerek tasarımımı anlattım. Çok sevdi. Çok sıkı ve çok Trump tarzı bir iş olduğunu söyledi. Ve tam o anda orada işi yapmayı kabul etti. El sıkıştık. Donald Trump’ın iş yapma tarzı budur. Çok içgüdüsel ve kararlı davranır. Eğer sizin işi tamamlama becerisine sahip olduğunuza inanırsa, üzerinizde bahis oynamaya isteklidir. Ve biz oradan ayrılırken asistanına işi sonlandırması için ajansla irtibata geçmesini söyledi.

Harika bir ruh haliyle ofisinden çıktım, ama kısa süre sonra bu değişti. Trump’ın ajansından, durumdan çok da memnun olmayan bir temsilciden telefon aldım. Dedi ki, “Keşke önce beni arasaydınız. Donald’ın temsilcisi olarak, bu fikirleri ondan önce duymuş olmam gerekirdi.”

Kalbim ezilmişti. Şimdi, telefonda ajansı ikna etmem gerekiyordu. Adam çoktan fikre karşıydı ve daha içeriği dinlememişti, ama başka şansım yoktu. Anlatmaya başladım. Bitirdiğimde, Donald’la yüz yüze yaptığım görüşmeden daha iyi bir iş çıkardığımı düşünüyordum, ama temsilcinin farklı bir algı tarzı vardı. Uzun ve rahatsızlık verici bir sessizlik oldu ve sonra temsilci dedi ki, “Bunun işe yarayacağını düşünmüyorum!”

Tedirgin edici bir gelişmeydi. Donald’ın ofisine geri dönüp, durumu anlatabileceğimi ve işi kurtarmanın bir yolu olabileceğini biliyordum. Ama aynı zamanda, temsilcisinin olumsuz fikri karşısında Donald’ın kendi kararından şüpheye düşebileceğini de düşünüyordum. Donald’ı çok iyi tanımıyordum. Bu nedenle haberi nasıl karşılayacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Ama el sıkışırken oldukça sözünün eri biri gibi ve şov için de ayrıca heyecanlı görünüyordu. Ben de ofise geri döndüm. Masasından kafasını kaldırıp bana baktı ve gülümsedi, “Her şey tamamlandı, değil mi?”

“Tam olarak öyle değil. Bir sorun var.” diye cevapladım ve sorunu anlattım. Bitirdiğim zaman, tam da beklediğim gibi bir şey yaptı. Tam Trump hareketiydi. O anda uzun süredir onu tanıyormuşum gibi hissettim. Asistanına seslendi ve ondan temsilciye bir not göndermesini istedi. Notta şu yazıyordu: “Kovuldun!”

İşi mühürledik ve kısa süre sonra ülkenin her yerinde yankılanacak olan imzaları attık. Bu iş bana, başarmanın nelere mal olabileceği ve ayrıca yeni ortağım hakkında bilmem gereken her şeyi öğretti. Donald Trump söz verdiği zaman sözünü tutar. Ellerimi sıkmış ve gözlerimin içine bakmıştı. Bu artık işte birlikte olduğumuz anlamına geliyordu. İş görüşmesi tamamlanmıştı. Temsilcisinden istediği tek şey ise evrak işleri konusunda yardımdı. Kararını vermişti ve içgüdülerini takip ediyordu. Yolundan onu hiçbir şey alıkoyamazdı. Haklıydı da. The Apprentice ülkenin bir numaralı şovu oldu ve sekiz sezon geçmesine rağmen hâlâ çok güçlüyüz.

Sette olduğum her zaman, ne kadar da eşsiz bir ortaklığa sahip olduğumu düşünürüm. Ben ve Donald Trump. Bir zamanlar Venedik Sahilinin kenarında tişört satan ve İş Sanatı kitabını okuyan, sonradan vatandaşlığa kabul edilmiş bir Amerikalı olarak The Apprentice adlı bir şovda Donald Trump’la ortak olacağım hiç aklıma gelir miydi? Bu, bir tokalaşma üzerine inşa edilmiş Amerika’nın sihri.

Anlatan: Mark Burnett (televizyon yapımcısı)

Kaynak: Ivanka Trump, The Trump Card