Don Kişot

Yıl 1983… Cumhurbaşkanı Evren Doğu’yu geziyor. Siirt’ten geçerken beş yıl önce Almanlar tarafından inşa edilmiş, ancak hiç çalıştırılmadan yarım bırakılmış bir büyük fabrikayı gösterirler. Burası “Sistaş Siirt Meyankökü Fabrikası…”

Fabrikanın hissedarları, devlet bankaları, yerel yönetim ve Almanya’da çalışan Siirtliler… Hepsinin parası batmış. Bir “Endüstriyel Anıt” olarak Siirt’i süslüyor. Evren Paşa, “Bu fabrikayı çalıştırın!” diye emir buyurdu. Emri alanların eli ayağı birbirine karıştı… Bu iş nasıl olacak?

Yarım kalmış fabrika… Fabrikayı inşa eden Alman şirketi iflas etmiş. Teknolojiyi bilen yok. Enkazı devralmış olan Sınai Kalkınma Bankası’nın yöneticileri bu derdi kimin omuzlarına yıkacaklarını araştırırlar. Akıllarına Alarko gelir. O sırada Alarko, “önceden hiç yapmadığı işleri yapıp, bitirip, çalıştırıp teslim eden müteahhit” olarak propaganda yapıyor.

“Al çalıştır bakalım!” der Sınai Kalkınma Bankası… Boyunun ölçüsünü görelim derler. Alarko, müteahhit olarak işi yüklenir. Meyankökünden, vakumda estraksiyon yolu ile meyan konsantresi elde etme teknolojisi Amerika’da, İtalya’da ve İsrail’de var. Ancak devlet sırrı gibi saklanır. Kimse bilgi vermeyi kabul etmez.

Buna rağmen teknoloji, Türk mühendisleri tarafından geliştirilir. Tesisin cihazları tamamen paslanmaz çelikten İstanbul’da imal edilir ve yerinde monte edilir. Fabrika, yeni baştan inşa edilerek 1985 yılında tam kapasite ile faaliyete geçer. Sermaye artırımı ile Alarko Holding Sistaş’a yüzde 55 oranında ortak olur. Ana ortak Alarko’nun yönetici kadrosu, büyük bir özveri ve heyecanla İstanbul’dan Siirt’te gider, yerleşir.

Alarko, 1985’te Doğu’ya yatırım yapmış bulur kendini… İki yıl müddetle fabrika, yüksek kalite meyan tozu ve meyan balı üretir. Hammaddesi olan meyanköklerini dağlardan söküp toplayarak yıkayıp kurutup at sırtında fabrikaya teslim etmek, yöre halkı için yeni bir ekmek kapısı olur. Binlerce kişiye iş yaratılmıştır. Birkaç yıl boyunca altı bin aile bu yoldan geçim sağlar. Siirt ilinin tek sanayi bacası tütmektedir artık…

Üretmek iyi de satmaktır esas hedef… Meyan tozu ve balı, yüzde yüz ihracata yönelik bir sanayi… Alıcısı, Amerikan sigara endüstrisi… Amerikan sigaralarının tatlımsı kokusu ve dumanı, meyan tozunun yanışından kaynaklanır. Meyan kökü, Çin, Afganistan, İran ve Doğu Anadolu’da bulunuyor. Ancak teknolojisi Amerikan…

Satış ise bir dünya karteli, tröstün elinde… Mac Andrews and Forbes… Sahibi, Revlon şirketinin başındaki Ronald Perelman… Bu tröst, daralan piyasaya yeni bir rakibin girmesinden hiç hoşlanmıyor. Türk meyan tozunun dünya piyasalarında satışını önlemek için elinden geleni yapıyor. Bükemediğin eli öpmekten başka çare yok. Stoklar büyüyor, satış zor. Bay Perelman’ı New York’ta ziyaret edip Siirt’teki fabrikaya yüzde elli ortaklık önerdim. Prensipte kabul ettiler, bir yönetici grubu İstanbul’a geldi. Siirt’e gidildi, gezildi. Tesis mükemmel, ürün kalitesi süper… Prensipte mutabıkız. İstanbul’a dönüp mukaveleyi imzalayacağız. Ortaklık için iki şartımızı kabul ettiler. Fabrika tam kapasite ile çalışacak ve kapatılmayacak. Bir de ürünün kartele satış fiyatı maliyeti karşılayacak ve makul bir kâr haddi tanınacak. Tamam, her şey yolunda…

Bir akşamüstü, Amerikalı heyet başkanı beni görmek istedi. Yüzü asık, sıkıntılı… Amerikan Konsolosluğu’nda kalın bir dosyayı tetkik etmiş. Son bir yıl içinde, Türk basınında yabancı sermaye aleyhine çıkan yazılar… Yüzlerce yazı…

Mealen söyledikleri:

“Mister Alaton, ilginç bir ülkeniz var. Basının ağır topları yabancı sermayenin sömürü aracı olduğunu devamlı vurguluyorlar. Bakın, en ciddi gazetenizde ‘Vatan Toprağını Satmak’ başlığı altında şahsen sizi boy hedefi yapıyorlar. Üniversitelerinizin öğretim üyeleri, yabancı sermayenin kötülüklerini her gün tekrarlıyorlar. Sanayicileriniz de yabancı sermayeye karşı… Ancak bu sonuncular en tutarlı kesim… Yüksek gümrük duvarları arkasında korunup her ürettiklerini sırada bekleyen müşteriye istedikleri fiyata satmak varken, niye ortak alıp kârlarını paylaşsınlar? Neticede, sizin ilginç ülkenizde herkes yabancı sermayeye karşı davranıyor. Bu şartlar altında Türkiye’de yatırım yapmaktansa, başka ülkelere bakacağız.”

Ben itiraz etmeye çalıştım. Ortaklığın önemini dile getirdim. Garantiler vermeye hazır olduğumu anlattım. Ben bu ortaklığa çok inanıyorum, dedim.

“Evet, sizi çok takdir ediyoruz ve üzülüyoruz. Size, Amerika’dan çok seveceğiniz bir hediye göndereceğim.” dedi.

İkna edemedim. Ortaklık gerçekleşmedi.

Sonradan öğrendim, Türkiye’den sonra Komünist Çin’e gitmişler, yüzde yüz Amerikan sermayesi ile iki tane büyük fabrika inşa etmişler. Şimdi Amerikan sigara endüstrisinin meyan tozu ihtiyacını Çin karşılıyor.

Evren Paşa heyecanla, “açın” emri verdi ama sonrasını unutmuş olmalı ki takip etmedi, sormadı soruşturmadı. Demek ki adamda fikri takip yok. Biz çaresiz birkaç milyon dolar zarar edip kapattık. Çünkü asker müsaade etmedi, köylünün dağlara çıkıp meyan kökü toplamasını önledi PKK’ya ekmek ve peynir götürüyorlar diye. Köylü dağa çıkamayınca bize hammadde gelmez oldu. Hammadde yok, meyankökü yok. Biz de Siirt’teki fabrikayı kapatmaya mecbur olduk. Kökleri toplayan binlerce Siirtli yine işsiz… Alternatif iş sahası hiç yok. Sistaş, paslanmaz çelik cihazları ile Siirt’te tekrar bir “Endüstriyel Anıt” haline geldi.

Unutmadan ilave edeyim. Amerikan heyeti İstanbul’dan ayrıldıktan bir ay sonra, postadan bir paket çıktı. Amerikalı başkan verdiği sözü tutmuş, hediyesini yollamıştı. Paketin içinde bir kitap vardı. On beşinci asır İspanyol yazarı Cervantes’in Don Kişot adındaki kitabı…

Bu kitabı gönderirken ince bir espri ile benim bir tür Don Kişot olduğumun mesajını veriyor. Elinde kılıç topal atının üstünde, rüzgârda dönen yeldeğirmenlerine hücum etmeye çalışan, rüyalarda yaşayan bir adam gibisin, demeye getiriyor.

Arada bir bu kitaba göz atıyorum.

Kaynak: Mehmet Gündem, Lüzumsuz Adam İshak Alaton, Alfa Yayınları