Dünya Varmış!

Zaman zaman duygularımla baş başa kalınca, kendi kendimi sorgular, “Acaba iş âlemi, bizim için ne düşünüyor?” derdim. Yani, bira üreticisi olmamız, iş âleminde nasıl karşılanmıştı? İşte bu sorunun cevabını çevreme sormaktan çekiniyor, kendimde arıyordum. “İşadamları, acaba bize yan gözle mi bakıyor?” diyordum. Hatta daha da ileri gidip, “Bunlar da zındık oldu.” yaftasının üzerimize yapıştırılmasından korkuyordum.

Ortağım İzzet Bey’le ortak yanımız, çalışmayı sevmemizdi. Çok çalışıyorduk. Ama hiçbir zaman çok kazanma ihtirası içerisinde değildik. Bunu biraz daha ileri götürmek istiyorum; hele hele “Hep biz kazanalım.” düşüncesini aklımızın köşesinden dahi geçirmedik. Hem muhteris değildik, hem de hayatın gerçeklerini öğrenmiştik. Çünkü çok kazananın, herkesi üttüğü için sonunda yalnız kalacağını biliyorduk.

İşte böyle duygular içerisinde olduğum bir gün, İstanbul Ticaret Odası Başkanı sevgili dostum Nuh Kuşçulu, beni telefonla arayarak, “Kâmil Ağa, sana bir grup arkadaşımla birlikte yeni bir proje getiriyoruz.” dedi. Ben de kendisine, “Başım üstüne.” cevabını verdim.

Nuh Kuşçulu; Sabri Ülker ile Mustafa, Eymen ve Sabahattin Topbaş kardeşleri de alıp, Sirkeci’deki ofisimize gelmişti. Bu dost grubunun içerisinde, Sirkeci’de kamyon ticareti yapan Nevşehirli hemşerilerim de vardı. Misafirlerim hep bir ağızdan, “Kâmil Ağa, sen bizlere önderlik yap. Biz, bir sanayi tesisi kurmak istiyoruz.” dediler.

Misafirlerim arasında yer alan Topbaş kardeşler, yıllar önce Konya’dan İstanbul’a yerleşmiş, köklü bir ailenin fertleriydi. Onların, iş âleminde saygın bir yeri vardı. Ülker bisküvilerinin sahibi Sabri Ülker de, o yıllarda yeni yeni palazlanıyordu. Sirkeci piyasasına hâkim olan Nevşehirli hemşerilerimin işi ise, çoğunlukla otomotiv ticareti yapmaktı.

Sirkeci garının karşısındaki holding binamızda, işadamı dostlarımla enine boyuna uzun bir fikir alışverişinde bulunduk. Onlar, arayış içindeydiler. Hedefleri, iyi iş yapacak bir sanayi tesisi kurmaktı. Hepsi ellerini taşın altına sokmak istiyorlardı. Ama hangi dalda yatırım yapacaklarını kararlaştırmamışlardı.

Nuh Kuşçulu’yla birlikte gelen değerli dostlarımın önerilerine olumlu cevap verdim. Kendilerine, “Hay hay, etüt edelim, istikbâlde güzel iş yapacak bir konuyu seçelim.” dedim.

Misafirlerim gittikten sonra, derin bir nefes aldım, çok mutlu oldum. Çünkü ziyaretime gelen dostlarımın hemen hepsi, muhafazakâr olarak bilinen ve tanınan kişilerdi. Yani kısacası, bu dostlarım, halk deyimi ile “dini bütün” insanlardı. Oysa ben, bira üreticisi olduktan sonra, çevremde yanlış anlaşılmaktan endişe ediyordum. Biraz önce de belirttiğim gibi, “Acaba, muhafazakâr iş âlemi, bu teşebbüsümü kınıyor mu?” diye düşünüyordum.

Nuh Kuşçulu’yla birlikte gelen dostlarım, kafamdaki olumsuz soruları, bu ziyaretleri ile bir anda silip attılar. Adeta kuş gibi hafifledim, “Dünya varmış!” dedim. Bu camiada, benim bira yatırımımla ilgili olumsuz bir hava esmiş olsaydı, söz konusu ziyaret gerçekleşmezdi, diye düşündüm.

Neticede, sırtımdan çok büyük bir manevi yük kalkmış oldu.

Kaynak: Kâmil Yazıcı, Ortak Akıl: Tahtakale’deki Bir Hırdavatçı Dükkanından Anadolu Holding’e Uzanan Azmin Öyküsü, Kâmil Yazıcı Yönetim ve Danışma A.Ş., 3. Baskı, Şubat 2016.