Düzgün Telaffuz Acem Kurnazlığını Ortaya Çıkardı

Bir yandan ürün kalitemizi Avrupa pazarlarına hazırlarken, diğer yandan da eldeki stokları ve mevcut ürünleri satabileceğimiz pazarları araştırmaya başladık. Bu anlayış içerisinde İran, Mısır gibi yerlere lastik satışını artırdık; Ortadoğu ve Kuzey Afrika pazarlarına girdik. İran’da Sobati Kardeşler adlı bir distribütörümüz vardı. Bir gün İstanbul’a geldiler, satış toplantısı yapıyoruz. Sobati Kardeşler, yanlarında tanımadığımız İranlı birisi, ihracat müdürümüz Ahmet Piker ve ben. Yanlarındaki kişiyi tanıştırdılar: “Danışmanımız Ferit Ferhangil”. Kendi aralarında Farsça konuşuyorlar, bizimle de İngilizce anlaşıyorlar. İşte şu kadar alalım, şu kadar satalım, fiyatlar nedir falan derken bir saat kadar geçti.

Ferit Ferhangil benimle konuşurken İngilizce sözcükler arasında “Ankara Sokağı” diye bir adres söyledi. Bu benim dikkatimi çekti. “Sokağı” sözcüğünü tam ve doğru olarak tek defada iyi Türkçe bilmeyen biri, bu kadar güzel söyleyemez. Kendi kendime “Bu adam Türk ve buraya maksatlı olarak gelmiş.” dedim. Biraz sonra “Birkaç imza işim vardı.” diyerek on dakika müsaade isteyip dışarı çıktım. Dışarı çıkar çıkmaz sekreterime “Biraz sonra bir evrak bahanesiyle Ahmet Piker’i dışarı çıkar.” dedim. On dakika sonra Ahmet geldi ve ona Ferit Ferhangil’in bizden iyi Türkçe bildiğini, belki de Türk olduğunu, bu adamı buraya özellikle getirdiklerini düşündüğümü söyledim, bu durumu “Çaktırmadan kullanalım.” dedim. Ne yapacağımızı da konuştuk, aramızda tartışırken “Bu fiyatlar olmaz”, “Bu şartlarda veremeyiz” vb. gibi mesajlar vereceğimizi belirledik.

İçeriye döndük, sıra satış şartlarına, fiyatlandırmaya gelmişti. Başladık pazarlığa. İngilizce konuşuyoruz. Mesela “Yirmi dolar” diyoruz, adamlar “On altı dolar olmaz mı?” diyorlar. Ben “Af edersiniz” deyip dönüyorum Ahmet’e, Türkçe olarak “Ahmet on altı dolara verebilir miyiz?” diye soruyorum. Ahmet, “Hazım Bey olmaz, bunun hammadde maliyeti bu kadar zaten.” diyor. Dönüyorum onlara “Mümkün değil.” diyorum. Bunun üzerine aralarında Farsça konuşuyorlar. Belli ki, bizim konuşmalarımız çaktırmadan tercüme ediliyor. Bu şekilde biz istediğimizi elde ettik, Acem kurnazlığını lehimize kullandık.

Aradan altı ay kadar geçti. Hüseyin Bayraktar yazlığında bir davet veriyor, eşim Nazlı ile gittik. İran’dan Sobatileri de çağırmış, Sobatiler Ferit Ferhangil’i de getirmişler. Vardığımızda ben daha onların yanına gitmeden baktım Ferit’in eşi Sevgi, eşim Nazlı ile kucaklaşıyorlar. Meğer Sevgi ile Nazlı liseden tanışıyorlarmış. Ferit aslında İranlı ama Türkiye’de okumuş, Teknik Üniversite’yi bitirmiş harika bir adam. İstanbul’da yaşıyorlar. Sonra çok iyi dost olduk, hâlâ görüşüyoruz.

Ferit’i çektim bir kenara, “O gün böyle böyle oldu. Anladınız mı yaptığımız oyunu?” dedim. “Vallahi anlamadık.” dedi. “Seni ne ele verdi biliyor musun?” ‘Sokağı’ dedin ya, oradan anladık senin buralı olduğunu. Yabancı biri öyle güzel bir şekilde ‘sokağı’ diyemezdi.” diye bağladım konuyu.

Kaynak: Hazım Kantarcı, CEO Kantarcı, Editör: Kemal Sezer, Ofset Yapımevi Yayınları, 3. Baskı, Şubat 2013.