Eşeğin Çiftesi

Lütfü Doruk, çok müteşebbis, elinden iş gelen bir insandı. Kafası yeniliğe açık, zekâsı yaratıcıydı. Amerikan yardımıyla Türkiye’ye gelen kullanılmış teneke masa ve dolapların devlet dairelerinde büyük ilgi gördüğünü fark edince, üç arkadaş (Edip-Ertuğrul-Lütfü) Şişhane’de Er-El Çelik Eşya isminde bir fabrika kurarak Devlet Malzeme Ofisi’ne “teneke masa” ve “teneke dolap” üretimine başladı.

Bir süre sonra Lütfü Doruk “Buzdolabı dediğin, teneke dolabın, altına motor takılmışıdır” diyerek, ilk buzdolabını yaptı. Bu teşebbüsüne Koç ve Burla Biraderler (buzdolabını Türkiye’ye ithal eden firmalar) ile Devlet Malzeme Ofisi (teneke dolap ve masaları satın alan kamu kuruluşları) ortak olarak katıldı. Böylece Arçelik doğdu.

Hikâye, Arçelik’in ilk yıllarında, Arçelik’in ilk fabrikası olan Sütlüce’deki dört katlı binada geçiyor. Lütfü Doruk her işte öncü ya, fabrikaya da “teşvik sistemini” getiriyor. “Her kim ki, prodüktiviteyi (verimi) artıracak, yapılan işin maliyetini düşürecek bir yenilik yapar ise, ona para ödülü vereceğim” diyor…

İşin ucunda “para ödülü” var ya… Millet işi gücü unutup, en kolay yoldan para ödülünü nasıl alırız diye düşünmeye başlıyor. Bu arada Vahit Ada ve Osman Acar isimli iki arkadaş, daha iyi buzdolabını nasıl yaparız, buzdolabının motorunun sesini nasıl kısarız falan gibi konulara girecek yerde, üretimle ilgisi olmayan bambaşka bir konuya el atıyorlar. Önemli olan verimlilik değil mi, ha üretimde verimlilik, ha tüketimde verimlilik diyerek, yemekhaneye ekmek nakil projesini geliştirip deneme aşamasına getiriyorlar.

Efendim, o tarihlerde personel yemekhanesi binanın dördüncü katında. Her gün öğle saatlerinde bir eşekle fırından ekmek geliyor. Eşeğin iki yanındaki küfelerden ekmekler binanın önünde çuvallara konuluyor. Sonra bu çuvalları insanlar sırtlayıp dördüncü kata çıkarıyor. Dördüncü katta ekmekler çuvallardan çıkarılıp, masaların üzerine dağıtılıyor.

Arap Vahit ile Cin Osman’ın “ödül almayı bekledikleri verimlilik projesi” gereği, fırıncının eşeği yük asansörüne bindirilecek, dördüncü kata çıkarılacak, orada küfedeki ekmekler doğrudan masalara dağıtılacak, böylece işgücü ve zamandan kazanç sağlanacak. İş maliyeti düşecek.
Büyük heyecanla eşek fabrikanın içinden geçirilip yük taşımak için yapılan büyük asansörün kapısının önüne getiriliyor. İçeri sokuluyor. Düğmeye basılıyor. Asansör hareket eder etmez o sakin eşek, ne olduğunu anlayamadığından anırmaya, etrafına tekmeler savurmaya, sağa sola saldırmaya başlıyor.

Arap Vahit ve Cin Osman dördüncü kata kadar bekleyemeden asansörün durdurma düğmesine basıyorlar. Asansör üçüncü katta duruyor. Kapı otomatik açılıyor. Eşek fırlıyor, makinelerin arasına, bağırtı, tekme… Güç sakinleştirip eşeği merdivenlerden aşağı indiriyorlar ve fabrika dışına çıkarıyorlar.

Ertesi gün Lütfü Doruk fabrika binasını gezerken yük asansörüne biniyor. Bakıyor ki, duvarlar rezil olmuş. Darbeler, çöküntüler… Sinirleniyor. Yanındaki görevliye “Hangi hayvan yaptı bunu?” diye soruyor.

Görevli “Eşek yaptı efendim” diye cevap veriyor.

Lütfü Doruk “Onu anladık evladım, hangi eşşoğlu eşek yaptı ben onu soruyorum” deyince, görevli ne cevap versin. Masum masum “Fırıncının eşeği efendim” der demez, Lütfü Doruk kendisiyle alay edildiğini sanarak parlıyor. Sonra olayı anlatıyorlar. Ve de Arçelik’teki ilk verimlilik ödülü projesi böylece bir eşek yüzünden güme gidiyor.

Kaynak: Güngör Uras, Bak, Ben Sana Anlatayım, Doğan Kitap