Gelişmek İçin Değişim

Efesli Heraklitos’un dediği gibi “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.” Bu temel yaşam gerçeğini başkalarını değiştirme konusunda iştahlı bir hevesle kovalarız ancak kendimizi değiştirme konusunda isteksiz ve hatta oldukça dirençli oluruz. 

Sahip olduğumuz gücü ve cesareti kendi değişimimiz ve gelişimimiz için değil de, başkalarını değiştirme gibi bir imkânsızlık uğruna harcatan zihinsel tuzaklar nelerdir? 

Psikoterapist A. Kadir Özer, kişilerde değişim ve gelişim sürecinin önünü tıkayan düşünce alışkanlıklarının neler olduğuna ışık tutuyor. Okura, bireysel varoluşta değişim ve gelişiminin hangi küçük kıvılcımlarla tetiklenebileceğine ilişkin öneriler getiriyor.

Nedenleri Dışarıda Değil, İçeride Arayın: Duygu ve davranışlarınızın etkilerini dışınızdan ziyade içinizde, yorum ve anlam yüklemelerinizde arayın.

Yorumunuzu değiştirmek, bir başkasının davranışını değiştirmekten çok daha kolaydır. İlişkilerinizde merakınızı, “o ne yaptı”dan, “ben nasıl yorumladım” sorusuna kaydırın.

Anlamı Değiştirmek: “Şimdide” karşı karşıya kaldığınız bir olay, davranış veya söz sabittir. Bu bağlamda yaptığınız yorum değişkendir. Olayın tarihinizde yaptığınız kaydı, zamanla birlikte geçmişe gömülür. Ama geleceğe yürüdüğünüz her anda o olayla ilgili zaman açınız ve dolayısıyla yorumunuz değişir.

“Şimdi” yaşadığınız bir acının nasıl bir hayra dönüşeceğini zaten gelecekte fark edeceksiniz. O hayrın ne olabileceğini geleceğe bırakmak yerine “şimdi” keşfedin. “Pireyi deve yaptığınızı” gelecekte anlayacağınıza, “şimdi”den pireyi pire olarak görün.

Algıyı Değiştirmek: Görerek, duyarak, koklayarak, dokunarak ve tadarak algıladığımız her bir olay bir yorum kalıbına oturtulur. Zamanla algı, yorumu destekleyecek bir seçiciliğe ve körlüğe dönüşür. Algıda seçicilik veya körlük, olayı bütünüyle ve tüm özellikleriyle görememe anlamına gelir. Algıyı yorumların egemenliğinden kurtarmanın yolu, algıyı istemli bir şekilde olayın bütün özelliklerine yönlendirmekten geçer.

Açıyı Değiştirmek: Olayların bize “zor” veya “kolay” gözükmesi, olayın kendisinden değil, onu hayal etme biçiminden kaynaklanır. Göz açısı, bir olayı oradaymış, yani olayın içindeyken gözlerimizle gördüğümüz şekilde canlandırmaktır. Dış açı ise, olayın dışına çıkıp kendimizi de bütünüyle gördüğümüz açıdır. Kamera açısı olarak da düşünülebilir.

Geçmişinizde bıraktığınız veya gelecekte karşılaşacağınız bazı olaylarla ilişkili olarak yoğun endişe veya öfke yaşıyorsanız, göz açısından dış açıya çıkma becerisini kazanın. Geçmişinizi, bugününüzde zihninizde canlandırırken seçici görme ve körlük tuzağından kendinizi uzak tutun.

Bireysel Sorumluluk Dili: Duygularımızın nedenlerini çevremizde oluşan olaylarda gören yerleşik ve aktif bir inancımız vardır. Bu inancı yansıtan dil çevresel sorumluluk dilidir. Oysa duygularımızın asıl nedenleri olaylara yüklediğimiz yorumlar ve anlamlardır. Bu, duygularımıza ilişkin sahip olduğumuz bireysel sorumluluktur.Bireysel sorumluluğa rağmen dilimize çevresel sorumluluk anlayışının yerleşmiş olması çok temel bir çelişkidir. Bireysel sorumluluk farkındalığının ve bilincinin artırılması, bu anlayışın dilini kullanmakla mümkündür.Yeni bir dili ve o dilin anlayışını, ancak konuşarak canlandırabilirsiniz.

Bilmeme Cesareti: Bireyin gelişimi hem kendinin hem de başkalarının yorumlarından kuşku duymasına bağlıdır. Mutlak doğrular yoruma kapalıdır. Kuşku duyulmaz. Bir yorum alışkanlığını kesin bir bilgiymiş gibi kabullenmek, gerçeği bir yoruma uyarlama imkânsızlığına götürür.

“Bilmiyorum” yerine “yorumluyorum” diyebilmek, başkalarının farklılığından yararlanmayı içeren bir gelişim demek, başkalarını dinleyebilmektir.

İsteyince mi Yaparız, Yapınca mı İsteriz?: Beynimiz, her bir olayla ilgili birbiriyle bağlantılı üç istasyondan oluşur: Düşünce, duygu ve davranış. Düşünce istasyonu diğer istasyonların nedenidir. Davranış, bir düşüncenin sonucu olduğu gibi, aynı zamanda yeni bir düşünce istasyonunun oluşum nedenidir.

Belirli olaylarla ilgili yaşanan zorluk ve buna bağlı olarak isteksizlik ve kaçınma davranışları, olayın zorluğunu değil, öyle yorumlanmış olduğunu gösterir.Zor gözüken bir eylemi yapmak için istek duygusunu bir koşul yapmak, boşuna beklemek ve zaman kaybıdır. Bir şeyi istemek ve zorluk duygusunu aşmak, “yapmak”la oluşur.

Gülümsemenin Gücü: Geren eylemlerin biriktirdiği gerginliği dengeleyecek, gevşeten eylemlere yeterince yer verilememesi, gerginliğin artmasına neden olur.

Gülümseme hoş bir düşüncenin sonucudur. Ama aynı zamanda hoş bir düşüncenin de nedeni olabilir. Yüzümüze yerleştirebileceğimiz bir gülümseme eninde sonunda, kısa da sürse, gevşeten ve gerilimi azaltan bir hoşluğa neden olacaktır. Bulaşıcı olan gülümseme, karşınızdakinin aynalayan nöronlarını hareketlendirerek ilişki ikliminin olumluya dönüşmesinde rol oynayabilir.

Alışkanlık, Zorunluluk Değildir: Tercih seçenekler arasından seçim yapabilmektir. Alışkanlık, tekrarlanan tercihlerdir. Zorunluluk, başka türlü davranma olasılığının sıfır olmasıdır. Alışkanlık haline dönüşmüş tercihler zinciri, her zaman başka türlü davranma olasılığını içerir. Dilimiz, yerleşik bir tercihi “zorunluluk, gereklilik” olarak tanımladığında, seçenekli yaşamda seçeneksizmişiz gibi yaşar ve kendimizi tekrarlarız. Alışkanlıklarınızı oluşturan davranış zincirinin akışını veya bir halkasındaki davranışı bir başkasıyla değiştirin.

Farklılıklardan Yararlanmak: Farklılıklar sorun değil, yararlanma olanaklarıdır. Bir başkasının tercihiyle bir olaya yaklaşmak, olayı bütüncül anlamaya katkıdır. Bir başkasının tercihini yaşamanız kendi tercihinizi daha iyi anlamanıza yardımcı olur.

Bir olaya, sizinkinden farklı bir tercihle mutlaka eylemsel ve böylelikle yaşantısal bir şekilde yaklaşın. Tercihin farklılığını yaşayarak anlayın.

Dinleme Becerisi: Her bireyin belirli bir olayla ilgili en tanışık olduğu ve en çok duyduğu ve dinlediği ses kendi açısının sesidir. Bu sesi büyük bir etkiyle karşımızdakine aktarma becerisine sahip olabiliriz. Ancak bu iletişim sürecinin sadece küçük bir bölümüne denk gelir.

İletişimde asıl önemli olan, aynı olayla ilgili farklı bir sesi duymaya ve anlamaya değer görmektir. Duymak ve anlamak dinleme becerisidir. Yeter ki karşımızdaki konuşurken, iç kulağımızı kendi sesimize tümüyle kapatıp karşı sese odaklanabilelim.

Olasılık Dili: Birinin ne bizim tercihimiz doğrultusunda davranıyor olması “doğru”, ne de tercihimizden farklı davranıyor olması “yanlış” anlamına gelir. Bireyler arası farklılık, seçeneklilik ve olasılık farkındalığının ve bilincinin artırılması, bu anlayışın dilini kullanmakla mümkündür. Yeni bir dili ve o dilin anlayışını ancak konuşarak canlandırabilirsiniz.

Kimlersiniz?: İnsan yapımız hem kendi hem de başkalarının yaptıklarına ve hissettiklerine anlam verebilmek için zıtlıklar üzerine kurulmuştur. Temel insan gerçeğimiz kutuplu ve birçok alt kişilikten oluşur. Her birimiz kişilikler sülalesi olarak var olagelmişizdir. Ancak yerleşik dilimiz tek kişilik anlayış üzerine kurulu, sınıflayıcı bir dildir. Davranışı sınıflayan dili kullanmak, insanı sınıflayan dili ve anlayışı terk etmenin en güvenilir yoludur.

Sülale Reisi: Çoklu kişilik yapımız, hem yaşamsal değişkenliğe uyum, hem de insanlar arası ilişkilerde yer alan davranışlara anlam verebilmek için gereklidir. Farklı renklerde davranışlar sergilemekle yükümlü kişilik yapımıza rağmen, erken yaşlardan itibaren tek bir kişilikmişiz gibi şartlanmışızdır.

Kişilik sülalemizde oluşan baskın kişiliklerimizin karşı kutbunda yer alan alt kişilikler, bu şartlanmanın etkisiyle zamanla yasaklanır. Yakışmaz gerekçesiyle yasaklanan alt kişiliklerin uygun durumlarda sahne alması için kaybolan cesaretin kazanılması önemlidir ve bu cesaret ancak “yakışmayan” alt kimliğin sahne almasıyla kazanılır, bekleyerek değil…

Kişilik Transferi: Kişilik sülalemiz üyeleri harmoni içinde çalışan bir ekip veya orkestra gibidir. Kişiliklerimizin birbirleriyle harmonisi, “her şey benden sorulur” söylemine kapılmış olan alt kişiliğin öbür kutbunda yer alan alt kişiliğe sahneyi vermesiyle sağlanır. Kişilik orkestrasında her çalgı aletini çalmanız gerekmiyor. Unutmayın, her bir alt kişiliğiniz belirli bir aleti çalmakla zaten görevlidir. Uygun olduğu yerde onu bulup göreve çağırın ve sahneye alın.

Başkalarını Yanıltın: Çevrenizdekiler aslında SİZİ değil, yaptıklarınızı severler veya sevmezler.Çevreniz yaptıklarınıza bakarak SİZİ etiketlemiş olabilirler.Onların etiketlerine hizmet etmemek veya artık o etiketten kurtulmak isteyebilirsiniz.

Bir etiket hapsinden kurtulmak istiyorsanız, çözümü çevrenin kendiliğinden etiketi terk etmesine bağlamayın.Çevrenize, onların kafasındaki etiketten çok farklı davranabileceğinizi gösterin. Çevreniz sizi tek renkli bir kişi olarak kodlamışsa, farklı renklerde davranabileceğinizi onlara göstermek sizin sorumluluğunuzdur.

Özlenen Kimliklere Sahne Verin: Bireyin “kendini düşünmesi”, yani bencil davranması var oluşunun korunması ve yararı için temel bir idame içgüdüsüdür.Bencil kişiliğimiz doğuştan vardır ve var oluşumuzun korunması gereken her durumda zorunlu olarak ortaya çıkar.

Bireyin “başkalarını düşünen”, yani sencil davranması ise öğrenmeyle aktive olan ve ancak bireyin istemli kararıyla ortaya çıkan bir kişiliktir.Bireyin seçimine kaldığı için sencil kimliğimiz bencil olandan çok daha seyrek yaşam bulur.Bu seyreklik her bireyde sencilliğe ilişkin bir gözlem duygusunu oluşturur. Zorda kalmış, tanımadığımız birine, karşılık beklemeksizin uzatacağımız sencil elimizin bu özlemi gidermesi, öncelikle kendi var oluşumuz içinde bencil-sencil uyumu için önem taşır.

Yazar:Prof. Dr. A. Kadir Özer
Yayınevi:Remzi Kitabevi