Hanımağa

İzmir Enternasyonel Fuarı’nda bir gün. Zaman, yıllar önce.

Kamyon ve çekici fuarı var, markalar en güçlü, en ekonomik ve en ergonomik modellerini gururla sergiliyorlar. Fuarı gezenler arasında başörtülü, şalvarlı ve el örgüsü hırkalı bir hanımağa var. Hanımağa diyorum çünkü gerçekten de öyle, ölçüsü ‘Şuradan şuraya kadar bizim.’ olan toprakların ağası olan eşi ölmüş, tüm topraklar da kendisine kalmış. Amacı birkaç tane kamyon almak olan hanımağanın yanında takım elbiseli bir sağ kolu da var ancak sağ kol bir önceki standda satıcıyla konuşurken hanımağa başka bir standdaki kamyonlara bakmak üzere ilerlemiş.

Kamyonları satarken ayrımcılık yapmak üzere işe alınmamış olsa da olayımızın kahramanı olan satıcı kamyonlarla çok ilgilenen hanımağayla hiç ilgilenmemiş. Zaten başörtülü, şalvarlı ve el örgüsü hırkalı bir teyzeyle kendisine saygısı olan kaç kamyon satıcısı ilgilenir ki? Satıcı kamyonlarla, hele fiyatlarla ilgili sorduğu sorulara hafiften küçümseyen cevaplar verirken hanımağa o sırada yanına ulaşmış olan sağ koluna şöyle söylemiş: “Git şunun müdürünü getir bana.”

Hayra alamet olmayan bu cümleyi duyduğunda satıcı hafifçe bir irkilmiş ancak esas festival hanımağa (kendisini o satıcıya daha iyi tanıtabilmek için de olabilir) o markadan üç tane kamyon alınca gerçekleşmiş ve olayımızın kahramanı satıcıyı bir daha kamyon satmaya çalışırken gören olmamış.

Kaynak: Alp Beyce, Yapçak Bi’ Şey Yok, Ceres Yayınları