Helikopter Bekliyor

2000 yılında Doğuş Holding bir konkur açmıştı. Pek çok iletişim ajansı katılıyordu konkura.

Holding yetkililerinin ziyaretleri ve incelemeleri sonunda pek çok talipli arasından birinci turu geçmeyi başarmış ve diğer iki ajansla birlikte kısa listeye kaldığımızı öğrenmiştik. Ertesi günkü toplantıya katılacak tüm arkadaşlarla birlikte 80-90 slayttan oluşan muhteşem sunumun üstünden zevkle bir kez daha geçtik. Tam bir ‘oh’ çekip evlerimize girmek üzereydik ki aramıza o günlerde yeni katılmış olan ortaklarımızdan Ayşegül Meriç Hanım her şeyi altüst edecek o sinir bozucu soruyu sordu:

“Sunum sırasında Holding Başkanı Ferit Şahenk Bey de izleyiciler arasında bulunacak mı?”

Ne önemi vardı kimin izleyeceğinin? Ayşegül Meriç de zaten TÜSİAD’taki basın danışmanlığından yeni ayrılmış, hizmet sektörüne daha yeni geçiş yapmış değil miydi?

Halbuki Ayşegül Hanım, Ferit Şahenk’i TÜSİAD’taki görevi nedeniyle uzaktan da olsa tanıyordu.

“İnanın komik duruma düşeriz. Birinci bölümden hiç etkilenmez. İkinci bölüm daha da kötü sonuç verir.”

Biz ise onu aramıza yeni katılmış ‘dışarıdan biri’ olarak gördüğümüzden, önce söylediklerini pek önemsememiş, hatta biraz da sinirlenir gibi olmuştuk. Çünkü bu teklifin ciddiye alınması, gecenin bir yarısı bütün sunumun çöpe atılması demekti. Saat bir hayli ilerlemiş olduğu halde, o yıllarda Doğuş Holding bünyesinde çalışan ve nazımın geçebileceğine inandığım bir arkadaşımı arayıp sordum:

“Yarınki toplantıya kimler katılacak?”

“Ferit Bey!” adıyla listeye başlayınca, “Tamam dur!” dedim, “gerisini saymana gerek yok!”

Kendimizi anlattığımız birinci bölümü yaklaşık yüzde 80 oranında kısalttık. İkinci bölüm ise, holdinglerin itibar haritasındaki yerlerini gösteren bir slaytla başlıyordu. Diğer holdingler birer nokta olarak gözükürken Doğuş Holding’in adı slaytta açıkça yer alıyordu.

Bu tür işlerde âdet olduğu üzere dört beş saatlik uykuyla toparlanıp Doğuş Holding’in yolunu tuttuk. Ve tabii ki, 15 dakika kadar geç kaldık. Talihsizlik bu kadarla kalmayacaktı.

Aynı gün danışmanlık hizmeti verdiğimiz bir müşterimizin çok önemli bir etkinliği vardı. Tofaş’ın Bursa’daki fabrikasında sonradan büyük bir başarı öyküsü olarak tarihe geçecek olan ‘Fiat Doblo’ ilk kez üretim bandından inecekti. Benim en geç saat 12.00’da orada bulunmam gerekiyordu. Doğuş Holding için yapılacak sunum ise saat 10.00’daydı. Kendimi klonlamam en azından o yıllar için pek mümkün olmadığından, çaresiz paraya kıyıp THY’den bir helikopter kiraladık. Rahat rahat yetişebilirdim.

Bizden önce sunum yapmak üzere salona girmiş olan ajans bir türlü dışarı çıkmak bilmiyordu. Bizim rakip içeride kaldıkça, doğal olarak bizim moral de gitgide bozuluyordu.

Nihayet 10.30 gibi huzura kabul edildik. Hiçbir şansımızın kalmamış olduğundan neredeyse emindik. Dolayısıyla biraz da bu önyargının verdiği rahatlıkla derdimizi, bir önceki gece kararlaştırdığımız gibi, altı yaşındaki çocuğun anlayacağı şekilde aktardık. Tam soru cevap bölümüne geçecektik ki dışarıdan dehşetli bir motor gürültüsü duyuldu. Herkes birbirine bakıyordu. Kim geliyordu acaba? Kim gidiyordu?

İnsanları daha fazla merakta bırakmamak, yeterince dağılmış olan dikkatleri ise biraz olsun yeniden toplamak adına durumu açıklamak zorunda kaldım: Bursa’ya yetişmem gerekiyordu, vs.

Tam kulaklarımız durmak bilmeyen motor gürültüsüne alışmış ve bizler de konuya dönmüştük ki o esnada kapı açılıp içeri sekreter girdi.

“Ali Saydam Bey siz misiniz?”

“Evet benim???”

“Pilotlar haber gönderdiler. Benzinleri bitiyormuş. 10 dakikaya kadar gelmezseniz, uçuşu iptal etmek zorunda kalabilirlermiş.”

“Tamam tamam. Birazdan geleceğimi söyleyin.”

Ferit Şahenk Bey ile rolleri değişmiştik sanki. Böyle bir durum aslında ona yakışırdı. Bana ne oluyordu ki? Neyse ev sahipleri anlayış gösterdiler. Rakiplerimizle geçirdikleri zamanın dörtte birinden daha az bir sürede bitmişti bizim işimiz.

“Hiç ümitlenmeyin çocuklar!” dedim, helikoptere doğru ayaklarım geri geri giderek yürürken.

Ne ilginçtir ki arkadaşlarım hiç de benim gibi düşünmüyorlardı. Onlara göre, bütün olumsuz koşullara karşın, lafı hiç dolaştırmadan, bilgiçlik taslamadan, yaklaşımımızı açık ve kolay anlaşılır bir biçimde dile getirmemizin bir karşılığı olması gerekiyordu.

Aradan bir hafta geçti ve arkadaşlarımız haklı çıktı.

Kaynak: Ali Saydam, Algılama Yönetimi, Remzi Kitabevi