İşini İyi Yapmanın Cezası

İlk iş hayatım Sezai Türkeş-Fevzi Akkaya İnşaat AŞ’nin (STFA) Libya’daki ofisinde başladı. Albay Muammer El Kaddafi’nin Libya yönetimini ele geçirdiği ilk yıllar ve Türkiye-Libya ilişkilerinin zirve yaptığı yıllardı. Bütçe ve finans uzmanı olarak Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden bir arkadaşla aynı anda işe başladık. İşimiz; Libya bölgesindeki her bir projenin bütçe ve nakit projeksiyonlarını hazırlayarak, proje ve bölge bazında bir yandan finansal pozisyonumuzu görerek durumu muhakeme etmek, öte yandan maliyet ve masraf unsurlarının disiplin altına alınmasına katkıda bulunmaktı. Bu fonksiyon merhum Sezai Bey’in ısrarları ile oluşturulmuş ve STFA’nın şantiyecilikten çıkıp kurum haline gelmesinin ilk adımlarından biriydi.

Tripoli ya da bizim bildiğimiz adıyla Trablus’a ilk ayak bastığımızda müdürümüz bizi karşıladı ve kalacağımız yere götürdü. Tek kişilik odalardan oluşmuş banyo ve tuvaletlerin ortak olduğu tipik bir şantiye barakasıydı. Ben yatılı okumuş olduğum için hiç yadırgamadım, ODTÜ’lü arkadaş hemen şikâyete başladı. Benim olağan tavrımın daha başlangıçta bana puan kazandırdığını müdürümüzün gözlerinden okumuştum. ODTÜ’lü ile iş arkadaşı olacaktık ama ne de olsa rakiptik. Pasaportlarımızı oturma ve çalışma izni alınması için idari işler müdürlüğüne teslim ettik. Müdür, ben ve diğer arkadaş aynı odada çalışıyorduk. Kişisel bilgisayarlar henüz iş dünyasındaki yerini almamıştı ve biz bütün çalışmalarımızı elle yapıyorduk.

İş bana çok kolay gelmişti. Kısa bir süre sonra ne diğer arkadaşa ne de müdüre yapacak bir şey kalmamıştı; tabiri caizse ikisi de yan gelip yatıyorlardı.

Yıldızım parlamaya başlamıştı. Ben kendimi işe kaptırmışken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim. Oysa geleli 3 ay olmuş ama oturma ve çalışma iznimiz konusunda bir ses çıkmamıştı. Bu kritik bir durumdu. Libya dışına çıkmamız mümkün değildi. Önceleri hafta sonları Malta gezilerini kaçırıyorum diye hayıflanırken sonra ya Türkiye’de birine bir şey olur ben gidemezsem endişesi başladı. Her sabah ilk işim idari işler müdürüne “ne oldu bizim oturum işi” demek olmuştu.

6. ayın sonunda da aynı bekleyiş devam ediyordu. Bu arada aynı gün işe başladığımız arkadaşın bütün işlemleri tamamlanmıştı. Sanki sihirli bir el benim işimi bilerek yavaşlatıyor ve adeta sabır ve sinir katsayımı ölçüyordu. Bu anekdotların konusu değil ama Türkiye’de bir olay oldu ve ben gidemedim. O hadise benim için o kadar önemliydi ki, sinir katsayısından sınıfta kaldım. Hatırladığım, idari işler müdürünü elimden zor aldıklarıydı, zira bütün suçu onda buluyordum.

Bu arada STFA Londra ofisinde bir eleman ihtiyacı doğdu. Hemen atladım gittim, çünkü benim için bir başka düzleme geçme imkânı doğmuştu ve işi alacak kişi doğal olarak bendim. Hem İngilizcem iyi hem de yıldızım parlamıştı. Fakat, diğer arkadaş işi aldı. Bu duruma çok bozulmuştum. Nedenini sorduğumda; evet işe daha uygun olanın ben olduğumu, ancak oturma ve çalışma iznim halen çıkmadığı için, kerhen de olsa diğer arkadaşı seçmek zorunda kaldıklarını söylediler ve maaşımda küçük bir artış yaparak beni teselli ettiler.

Sabır imtihanım tamamlanmış olacak ki 9. ayda işlemlerim tamamlandı ve pasaportum tekrar elime geçti. Cezasını tamamlayıp hapishaneden çıkan biri ne duygu taşıyorsa ben de aynı duyguyu taşıyordum. Ancak 3. aydan sonra Tripoli’yi keşfetmiş, yabancı misyonla ilişkiler kurmuş, hatta sadece İngiliz vatandaşlarının girebildiği tenis kulübünün müdavimi olmuştum. Kısacası, Tripoli benim için güzel bir Akdeniz kentine dönüşmüştü.

Askerlik için Türkiye’ye dönme zamanım gelmişi. Şirkette 2 yılımı doldurmuş hatta üzerinden 4 ay da geçmişti. İstifamı verip dönüş hazırlıklarına başladım. Elimden zor aldıkları idari işler müdürü ile denizin kenarında oturmuş kendi imalatımız olan şarapla demleniyorduk. Meret şişede durduğu gibi durmuyor. Bizim adamın dili çözüldü; meğerse benim oturma iznim de, çalışma iznim de birinci ayın sonunda alınmış ama bana söylenmemiş. Beni ileride üst yönetimde yer alacak biri olarak gördükleri için sabır ve sinir katsayımı ölçüyorlarmış. “Peki ya Londra işi nereye oturuyor?” diye sorunca, “İşini o kadar iyi yapıyordun ki müdürün seni bırakmadı arkadaşım.” demez mi?”

Kaynak: Tufan Darbaz, CEO’luğa Uzanan Yol, Sistem Yayıncılık, 3. Baskı, Nisan 2010.