Kaçan Balık Büyük Olur

Yaklaşık 90 kişiden oluşan Libya Heyeti, İstanbul’daki Sheraton -şimdiki Ceylan- Oteli’ne yerleşmişti. Türkiye’nin Libya’ya yaptığı ihracatın iyice arttığı bir dönem bu… O ihracattan “aslan payı”nı da biz alıyorduk.

Lider Kaddafi, bürokratlarına ilginç bir talimat vermiş: “Türkiye’den bir milyar dolarlık alım yapacaksınız.” O nedenle, otelin lobisi “pazar yerine” dönmüştü. Libya’daki “alıcı” kuruluşların genel müdürleri, Türk ihracatçılarıyla görüşüyorlardı.

Libya devleti bir milyar dolarlık alım yapacak ya… Bir heyecan, bir heyecan! Daha da tuhafı, gelen heyete ne “teklif” ederseniz edin… “İhtiyaç var mı, yok mu”ya bakmadan, kısa bir pazarlık yapılıyor ve Libyalılar hemen “sipariş” veriyordu. Sonrası, başka bir âlem! Bir sayfaya teklifler “elle” yazılıyor ve taraflar imzayı basıyordu… Şaka gibiydi her şey… Milyonlarca dolarlık bağlantıları kanıtlayan kâğıt parçacıkları havalarda uçuşuyordu.

Biz de önce 500 bin ton çimento satmıştık. Ancak, işi sonuçlandıramadık. Çünkü Libyalılar akreditif açmaya yanaşmıyordu. İstiyorlardı ki “mal bedelleri” mallar Libya’ya boşaltıldıktan sonra ödensin. Ağır bir risk demekti bu. Öyle bir riski göze alamazdık. Heyet Başkanı Mustafa Zigalai iyi dostumdu. Ama bir kâğıt parçasına güvenerek, dokuz milyon dolarlık malı nasıl yükleyeceksiniz? Ben korktum. Libyalıların teklifini kabul etmeyince işi kaçırdık.

O furyada, tuhaf bağlantılar kuruluyordu. Örneğin bir firma, üç milyon nüfuslu Libya’ya 12 milyon adet “kemer” satmıştı. Bir süre sonra anlaşıldı ki, gönderilen o kemerlerin parası ödenmiyor.

Yedi milyon adet kemer yüklediği halde, hiç para almayan ihracatçı arkadaşımı uyarmıştım:

“Artık sevkiyatı durdur bari… Paranı alamayacaksın büyük ihtimalle… Sonra batarsın.”

“Ben yüklediğim malların parasını alamazsam zaten batarım. Ama ya alırsam? Onun için bakiye beş milyon kemeri de yükleyeceğim.”

“İhtiyacı” değil, Kaddafi’nin talimatını dikkate alan… O talimatı da sadece bir “rakam”dan ibaret gören o süreçte, birçok gariplik yaşandı. Libya heyeti ülkesine dönünce, verdiği siparişleri unuttu. Onların “unuttuğu”ndan habersiz olan Türk ihracatçıları da mal sattığını sandı.

Libya’da dağ taş işe yaramayan Türk mallarıyla dolmuştu. O kadar ki, Trablus’taki futbol stadına tekstil ürünleri üst üste yığılmış ve bir “dağ” oluşturmuştu. Alıcı bunların tek tek; cins, renk ve boylarına göre ayrılmasını, yeniden paketlenmesini istiyordu. Yüzlerce işçi, bu malları tasnif etmeye uğraştı durdu… Biz o sistemde mal satmaya yanaşmadığımız için önceleri kıs kıs güldük açıkçası… Ama sanmayın ki “son gülen” biz olduk…

Zaman bizi haksız çıkardı. Libya’dan paralarını alamayan ihracatçılar bastırdı da bastırdı… Libya’ya gönderilen malların ihracat bedellerini Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası “avans” olarak ödesin, diye…

Konuyla ilgili bir toplantıda, böyle bir uygulamaya “şiddetle karşı” çıkmıştım. Ama… Sonunda Merkez Bankası o ihracat bedellerini, Türk ihracatçılara ödedi. Türkiye’nin bir milyar doları da “havaya uçtu”.

Türkiye’nin zaten “kıt” olan kaynakları, yediden yetmişe her biri Libyalıya “dörder adet kemer” hediye etmek için kullanılmıştı.

Kaynak: Mehmet Emin Karagülle, 70 Cent Uğruna: İhracat Şampiyonlarının Gerçek Öyküsü, İnkılâp Kitabevi, 2004.