Kendi Gitti, İsmi Kaldı Yadigâr

Bir emekli öğretmen evini değiştirmiş, değiştirirken de telefonunu satmış. Ederi 150 bin lira… Bunu alıp hamamcı bankere götürmüş. Nasıl götürmesin? Ayda 16.500 lira faiz veriyor adam. Faizi iki ay almış, iki ay sonunda da banker paniği patlamış. Gitmiş mi öğretmenin 150 bin lirası?

Ama olan sadece bu değil. Bir akşam merak eder, karısının bileziklerini bir süredir göremez olmuştur? Acaba neden? Sorar, araştırır, karısı da sadece bileziklerini değil, birkaç değerli takısını daha aynı bankere vermiştir. O da kocasından sakınıp konuyu nasıl açacağını düşünürmüş. İki taraf da nasıl anlatacağını bilmezken, aynı bankerde söğüşlendikleri için aile kavgası çıkmadan, paraların nasıl deve olduğunu birbirlerine anlatırlar. Tesellileri ikisinin de aynı hatayı işleyip dolandırılmalarıdır.

***

Yüksek dereceli yargıcın hayat sigortası poliçesi vardır. Onu bozdurur (1,5 milyon lira) E….. finansmana yatırır. Hani tam sayfa ilan verenlerden biri… Aynı hafta, (sonradan anlaşılıyor) geçim sıkıntısından kocasını kurtarmak isteyen muhterem eşi de gümüş şamdanları satıp B….. A.Ş.’ye verir. İlk altı ay yüzde 10’dan paralarını alırlar. Sonra, banker paniği başlar. Karı koca bir hafta birbirlerine korkularını açamazlar. Açtıkları zaman kavga başlar. Yargıç karısına:

“Bırak o dolandırıcıyı. Sattın şamdanları, bari B….. A.Ş. yerine E….. finansmana verseydin. O batmaz herkes batsa…”

“Ayol ona şimdiden battı diyorlar. Asıl benimki batmaz.”

Bir hafta kadar beklediler. Sonuç: İki banker de tasfiyeye girmişti. Paralar gitmişti ama aile kavgası da bitmişti. Yargıç ve karısı korka korka şunu düşünüyorlardı, karşılıklı: “Ya onunki yaşasa da benimki batsaydı? O zaman seyreyleyeydin dırdırı…”

***

Telefonun zili acı acı çaldı. Birkaç kez daha, birkaç kez daha… Şişmanca, kısa boylu denebilecek kişi yatağından kalktı, gözlerini ovuşturdu. Her zamanki alışılmış yerine koyduğu gözlüklerini el yordamıyla buldu, yürüyüp salondaki ahizeyi kaldırdı.

“Alo…” dedikten, karşıdaki kişinin adını aldıktan sonra,

“Buyrun Nuh Bey, herhalde çok önemli” dedi. Dinledikçe heyecanı artıyordu. Birkaç dakika dinledikten sonra:

“Kesin olarak gittiğine emin misiniz?” diye bir daha sordu. Ve telefonu kapattı… Yeniden ahizeyi eline aldı, bir telefon numarası çevirdi. Çıkan kişiye “Kaya Bey’i verin lütfen bana,” dedi. Ve Kaya Bey gelince:

“Merhaba Kaya Bey, yarın galiba güç bir gün olacak. Ben şimdi Başbakanı uyandırmayı gerekli bulmadım, ama sizin haberiniz olsun.” dedikten sonra ‘televizyonun güvenli yolu’nun İsviçre’ye kaçtığını anlattı. Haber kesin ve sağlam idi, kendisine İstanbul Ticaret Odası Başkanı Nuh Kuşçulu tarafından verilmişti. Kuşçulu telefonla, günün kahramanını İsviçre’de bulmuş, kendisiyle konuşmuştu. Banker Kastelli namıyla tanınan, adı zamanla o ismin de önüne geçen Cevher Özden, cumartesi günü (yani iki gün önce) İsviçre’nin Cenevre kentine ‘nakl-i mekân’ etmişti. Turgut Özal (telefondaki kişi kendisiydi) Maliye Bakanı Kaya Erdem’e bu haberi verdikten sonra:

“Yarınki ağır mesaiye hazır olmak için iyi uyku gerekli. Ben şimdi yatıyorum. Sana da aynı şeyi tavsiye ederim.”

Telefonu kapatıp, söylediği gibi yatağına döndü. Kurulu saat kendisini 7.30’da uyandırıncaya kadar uyudu.

Aslında bazılarının kafasından Kastelli’siz Türkiye’nin epeyce sessiz olacağı geçiyordu. Gazetelerde boy boy ilanlar, televizyonda ‘şaşmaz Beşir’li, ‘Ustam sen ne kurnazsın’lı yıldızlar topluluğu ağzından şarkılı reklamlar… Bunların hepsi İsviçre’ye kalkan bir uçakla birlikte uçmuştu. Geride birçok karanlık noktalar bırakarak… Cevher’e sorarsanız, 18 Haziran’da bankaların bankerlere mevduat sertifikası satmasını sıkı denetime alan karar sonucu, bankerlere ve bu arada kendine mevduat gelmemeye başlamıştı. Gelişi olmayan ve sadece gidişi olan bir havuzun bir gün susuz kalması kaderiydi. Kimilerine bakarsanız baştan beri, “Cevher’in yaptıkları bir üçkâğıtçılıktı. Bu üçkâğıtçılığın bir gün elbette sonu gelecekti. Kim ne derse desin, Kastelli bir dolandırıcıydı ve bunu er geç görecekti.” Örneğin Devlet Bakanı ve hukuksal çerçeve çizilirken bir uzman kişiliğiyle işe karışan Orhan Öztrak’ın da kanısı buydu. Ama bazı resmi yetkililere göre, Cevher Bey’in kaçması bir panik sonucuydu. Alacakları ile borçları birbirini karşılıyordu. Kaçması aşırı korku ve vehim sonucuydu. Gelir de tasfiyesine yardımcı olursa bu kendi lehine bir şey olurdu. Kayıtlar elektronik ve kompüter sistemi kullanılarak tutulmuştu. Bu kadar işine titizlik gösteren bir adamın batması olasılığı yoktu. Böyle diyenler arasında yüksek, birinci dereceden maaş alan devlet yetkilileri de vardı. Üstelik bu memurlar hükümet sözcüsüyle çelişen bir beyanda bulunmaktan çekinmiyordu.

Ama söylenenler ne olursa olsun, Cevher Özden’in çok iyi bir sosyal psikoloji uzmanı olduğu ortaya çıkmıştı. Haliç’e çekilen yat, kapanan büroların hali, kendisine çevrilen kin, nefret dalgasının doğrusu kısa zamanda ya acımaya ya da kayıtsızlığa çevrilmesine yetmişti. Bu kayıtsızlık dönemine geçilmeden Cevher Özden kendisinin ve eşinin ağzından epeyce görüşme yapmış, basın organlarında ‘babacan, fakire acır, hak yemez, orta sınıfı bankalardan koruyan adam’ simge ve imgesini sürdürmüştü. Ve asıl sorunun akla gelmesini önlemişti.

Kaynak: Arslan Başer Kafaoğlu, Bankerler ve Kastelli Olayı, Alan Yayıncılık, 2. Baskı, Ekim 1982.