Krizde Sakin Kalabilmek

Türkiye’de son dönemlerin en büyük krizi, artık dayanılmaz noktalara gelen yüksek enflasyonun ve yüksek faizlerin getirdiği gerilimin sonunda, 2001’de patlak vermişti. Ben o dönem Genel Müdürlüğü bırakmış, Bankada Yönetim Kurulu Murahhas Üyesi olarak görev yapıyordum. Bu dönemde beklenmeyen bir ortam oluşup Bankayı olmadık bir krize sürüklemişti.

Bankalar akşam bünyelerinde kalan nakdi, ihtiyacı olan diğer bankalara bir geceliğine yatırırlar ve bunun da faizini alırlardı. Buna bankacılıkta “overnight” yani “bir gecelik” ismi verilir, ertesi gün borçlu olan banka geri ödemesini yapardı. Garanti o gece yaklaşık bir milyar doları bulan nakdinin küçük kısmını Ziraat Bankası’na, çok büyük kısmını yine bir devlet bankasına yatırmıştı. Ertesi gün alacağı parasını müşterilerinin ihtiyacı için, yani mevduattan çekilişler olursa orada veya banka dışına yapılan havaleler gibi günlük normal işlemlerde kullanacaktı. Bu devlet bankası, Ecevit Koalisyon Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı’na bağlıydı.

Ancak devlet bankası bizim bankamızdan bir gecelik aldığı büyük tutarı ertesi gün geri ödemediği gibi, birkaç gün geçmesine karşın bu tutumunu devam ettiriyor, borcunu ödeyemiyordu. Bu da bizim bankanın nakit akışını olumsuz etkiliyor, müşterilerin havalelerini, hesaplardan normal çekilişleri aksatıyor, Banka hakkında hiç gerek yokken olumsuz söylentilere yol açıyordu. Bu durumun birkaç gün daha sürmesi Bankayı gerçekten zorlayacak boyutlara gelmesine yol açacaktı.

Yönetim Kurulu üyelerinden bazıları bu kriz ortamında paniğe kapılmış, gazetede yayımlanacak tam sayfa ilanlarla Banka hakkında güven tazeleyici mesajlar verilmesini önermekteydi. Ayhan Bey’in onayını almak üzere olduklarını tahmin ederek “İzninizle Ayhan Bey ile görüşebilir miyim, ben bu fikre katılmıyorum.” demiştim. Ayhan Bey’e “Akın Bey sizinle görüşmek istiyor, farklı bir görüşü var, izin verir misiniz?” diye sormuşlardı. Ayhan Bey Genel Müdürlük görevimden kendi kararımla ayrılıp, emekli olmam nedeniyle bana halen kırgın olmasına rağmen telefonu aldı. Ayhan Bey’e “Efendim, iletişim açısından bu tam bir yanlış olur. Böyle bir ilanı gazeteye verdiğimiz an herkes ‘Burada bir bityeniği var, galiba Banka kötüye gidiyor.’ deyip mevduatını istemeye gelir. Bu da tam bir krizi tetikler. Banka durup dururken, ‘Biz sağlamız, endişeniz olmasın’ deyip gazeteye tam sayfa ilan veriyorsa, bir problem yüzünden veriyordur, derler. Evet, kriz var ama sakin olalım, bunu çözmeye çalışalım. Ben Bankamın damarlarındaki kanı biliyorum. Bu ilanı vermeyelim. Bize güvenin, biz bunu aşarız, çok da parlak geleceklere ulaşırız…” dedim. “Anladım Akın, bir kere aklıselimle, sakin düşündüğün için teşekkür ederim. Her zaman sana ve senin gibi sakin, ağırbaşlı düşünen birine ihtiyaç var. İnşallah hep böyle devam eder.” dedi. Böylece ilan çıkmadan durduruldu.

Bu arada Hukukçumuz Can Verdi’yle görüşmemden önemli bir ipucu öğrenmiştim: devlet bankası borcunu bir iki gün daha ödemezse devletin taahhüdünü yerine getirememesi nedeniyle bütün dış borçları “muaccel” hale geliyordu, yani vadesi beklenmeksizin geri çağrılabiliyordu. Hazine’nin yaptığı dış borçlanma sözleşmelerinin değişmez bir maddesiydi bu. Bu müthiş bir bilgiydi!

Başkan Vekilimize “İzninizle bu devlet bankasından sorumlu Başbakan Yardımcısı’yla görüşeceğim.” dedim. Söz konusu Başbakan Yardımcısı iyi bir devlet adamıydı. Finans piyasaları hakkında bilgi almak istediğinde beni arardı. Verdiğim bilgilerin yansız ve doğru olması nedeniyle bana güven duyardı. Telefonuma çıktığında, kendisini acil bir konu için aradığımı ve yanındakilerin kendisine doğru bilgi iletmediklerini söyledim. Devlet bankasının bizim paramızı ödemediğini, eğer bir gün daha ödemezse, yapılan uluslararası borçlanma sözleşmelerine göre hukuken, “devletin bir kurumunun borcunu yerine getirmeme durumunun 4. – 5. gününü dolduracak olduğunu”, bunun da devletin tüm dış borçlarının muaccel hale, yani “çağrılabilir” duruma gelmesine yol açacağını… yani alacaklıların, vadesini beklemeden paralarını isteyebileceklerini ilettim. Bunun da tutarının yüz milyar dolarlara varabileceğini ekledim. Süratle karar vererek bizim alacağımızın hemen, tamamen ödenmesi gerektiğini söyledim. Başbakan Yardımcısı “Beni aydınlattığınız, uyardığınız için çok teşekkür ediyorum. Hemen bakıp sizi arayacağım.” dedi. Duyduklarına çok önem verdiği belliydi. Kısa bir süre sonra tekrar aradı ve “Söz konusu bankaya talimat verdim, bankanıza olan borç ödemesini hemen yapacaklar.” dedi.

Gerçekten ödeme süratle yapıldı, bu kriz de aşılmış oldu.

Hayatımda aldığım büyük derslerden biriydi bu. Güvenli bankacılık yapıyorsunuz, en sıkıntılı durumda devletin bankasına paranızı gecelik veriyorsunuz ve sorunla karşılaşıyorsunuz… O zamanki hata, bu tutarda büyük bir paranın bir tek bankaya gecelik olarak verilmiş olmasıydı. Bunu bugün de eleştiriyorum ama bu yaşadıklarımız, bankacılığın ne kadar bıçak sırtında bir iş olduğunu ortaya koyuyordu… Garanti parasını almış, ödemelerini yapmıştı fakat piyasada bunun izleri olmuştu. Çünkü devlet bankası yaşanan olayın nedenlerini kamuoyuyla paylaşmamıştı. Ancak zamanla Bankanın itibarına hiçbir gölge düşürmeden bu olayın izleri silinmişti.

Sükûnetini koruyup, paniğe kapılmadan serinkanlı biçimde çıkış yolları aramak ve birinci sınıf beyinlerden aldığı çözüm önerilerini değerlendirip soruna yaklaşmak, çözüm için yeterli olmuştu. Krizde, yani baskı altında sakin kalmak gerekliydi.

Kaynak: Y. Akın Öngör, Benden Sonra Devam, Alametifarika, 10. Baskı, Kasım 2015.