Küçük Bir Yanlışlık

Eşimin halasının İstanbul Maltepe’de, hepsi aynı tarzda yapılmış bahçeli evlerin oluşturduğu bir mahallede iki katlı bir evi vardı. Yazları Ankara’dan gelip o evde ailece tatillerini geçirirler, hatta yüz metre kadar ötedeki denize girerlerdi. Zaman içinde Maltepe’nin çehresi değişmeye başladı. Orada da bir iki katlı evlerin yerini yüksek apartmanlar almaya başladı. Maltepe, yazların geçirileceği sakin bir semt olmaktan çıkmış, denizi de girilmez olmuştu.
Aile, kendileri için anlamı değişmiş olan bu evin arsasını, kat karşılığı yoluyla apartmana dönüştürüp değerlendirmeyi düşünmeye başladı. Mimar olduğumuz için de bizden fikir almak istediler. Kendilerine bu işle uğraşabilecek bir mimar arkadaşımızı salık verdik, tanıştırdık.
Görüşmeler sonucunda anlaşma sağlandı, projeler hazırlandı. Sıra, çok katlı apartmanın yapılabilmesi için mevcut iki katlı evin yıkılmasına gelmişti. Ama içinde bekçi gibi oturanlar, eve yıllarca hizmet ettiklerini ileri sürerek çıkmamakta ayak diremeye başlamışlardı. Bu nedenle inşaatın başlaması için bir hayli zaman yitirildi. 
Sonuçta, müteahhit arkadaşımız yüklüce bir tazminat ile orada yaşayanları evi boşaltmaya ikna edebilmiş, hatta eşyalarının taşınması işini bile üstlenmişti. Kısa bir süre sonra, evin yıkılmış olduğunu bize bildirdi. Belediye’den gerekli yıkma iznini almış, adamlarını göndererek evi yıktırmıştı. Biz de bu mutlu habere, inşaatın hemen başlayacağı haberini de ekleyerek Ankara’ya ulaştırdık. 
Aradan birkaç gün geçmişti ki, halanın çocuklarından biri İstanbul’a gelmiş, telefonla bizi arıyor ve acımasızca haşlıyordu: “Sizin müteahhit arkadaşınız yalancı… Ev, olduğu gibi yerinde duruyor, hatta içinde oturanlar bile daha çıkmamışlar…”
Dilimiz döndüğünce, yanılmış olabileceğini söyleyerek ikna etmeye çalıştık kendisini, ama olmadı.
“Yıllarımı geçirdiğim evi tanımaz mıyım?” diye diretiyor ve ısrarla sürdürüyordu: “Sizin arkadaşınız yalancı!”
Telefonu kapatır kapatmaz arkadaşımızı aradık: “Nasıl olur? Ben binayı yıktırdım” dedi, sinirli ve sitem dolu bir sesle.
İşin gerçeği, yerine gidip bakılabildiğinde anlaşılabildi. Arkadaşımız, adamlarını kendisi götürmemiş, gidenlere binanın bulunduğu yeri ve yapılacak işi tarif etmiş. Onlar da küçük bir yanlışlıkla (!), bir sonraki sokağın köşesindeki, terk edilmiş iki katlı benzer bir evi yıkıvermişler. Haklı oldukları bir tek nokta vardı: Her iki evin de sahiplerinin adı, Sabri idi. Aynı sokak üzerindeki iki ayrı köşede, iki ayrı Sabri Bey.
Büyük bir şans eseri olarak hiç kimse, “Bu evi kim yıktı, niçin yıktı?” diye sormadı. Arkadaşımız o işi kaybetmekle kaldı.  

Kaynak: Doğan Hasol, Mimarlar Dik Durur!, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları