Kuruluş Yeri Seçimi

Yabancılardan daha sonra dinledim; çokuluslu dev şirketler, bir ülkede yatırım yaparken, yatırım yerinin seçiminde çok dikkatli davranır, her şeyi incelermiş. İşte bu devlerden bir lastik şirketi, yıllar önce Hindistan’da lastik fabrikası kurmaya karar vermiş. Şehirlere uzaklık yakınlık, yol su vaziyeti, işçi vaziyeti, 30 yıllık yağışlar, 40 yıllık sıcaklık soğukluk istatistikleri gibi şeyleri inceleyip, fabrika şuraya kurulsun kararını vermişler. Fabrika dediğimiz, 100 bin m²’lik kapalı alan… Bina bitmiş, makineler kurulmuş, çalışmaya başlamış ki, lastiklerde kalite bir türlü tutturulamıyor. Meğerse her şeyi incelerken, o bölgede bir de “toz” faktörü olduğunu unutmuşlar. Hâlbuki o bölgenin 20 yıllık toz istatistiklerine de bakmaları gerekirmiş. Çünkü o bölgeye has, belli zamanlarda yoğunlaşan toz fırtınaları olurmuş. Sonuçta, 100 bin m²’lik binanın üzerini, bir başka 100 bin m²’lik bina ile kaplayıp, ilk binaya kılıf geçirmişler de, toz sorununu çözebilmişler. Düşününüz, kuruluş yeri seçilirken yapılan birkaç ihmalin faturasını! Bunu kim yapıyor? Dünyanın konusunda en fazla tecrübeye sahip, onlarca ülkede, onlarca fabrika kurmuş, dev firması.

Bizim gibi “iki yuvarlak kara taşlı un değirmenini” fabrika belleyen genç ülkeler ne yapsın? Başkalarının yaptıklarını gözleyip “bellemeye” çalışıyoruz ama, biz ne hatalar yapıyoruz acaba?

Sasa’nın yer seçiminde başımızdan geçen bir olay ilginçtir:

Sasa’yı kurmanın heyecanında, dedelerimizden, babalarımızdan bellediğimiz gibi, -evin en değerli eşyasının, büfenin üzerinde vitrinde teşhir edilmesi misali- fabrikaları, işlek yolların üzerine dizmekten başka bir şey düşünmüyoruz.

Adana-Mersin yolu üzerinde bir yeri “nişanladık”… Hele, zamanın başbakanının o günlerde Adana’ya geleceğini öğrenince, ziyaret tarihinde temeli attırabilmenin telaşıyla, kazdık temelleri, yığdık demirleri, başbakan geldi, “bando-mızıka” temel atıldı. İnşaat tamamlanıyor. Ancak aklımıza geldi ki, bu fabrikayı çalıştıracak vasıflı su yeterince mevcut değil! Etrafta su aramaya çıktık. 20 kilometre uzakta su bulduk. O günün parasıyla milyonlarca lira harcayıp birçok su kuyusu açtık. Kuyulardan fabrikaya 20 kilometre boru döşedik. Yollara pompalar kurduk. Pompalara cereyan bağladık. 18 yıldır Sasa giderek büyüyor. Pompalar ülkenin kıt ve pahalı cereyanını yuta yuta, su basmaya devam ediyor…

Şimdi serinkanlılıkla düşünmek zamanıdır: Bu “hata” mı, yoksa bellemenin “faturası” mı?”

Pamuk işçisi Hacı Ömer’in çocukları, ilk defa Sasa gibi bir fabrika yapıyordu.

Ama unutulmasın ki, 600 yıldır bu topraklar üzerinde yaşayan Türk müteşebbisi de, ilk defa, Sasa büyüklüğünde bir fabrikayı gerçekleştirmeye muvaffak olmuştu.

Bir başka soru daha var: “Faturayı kim ödedi veya ödüyor?” Sadece Sabancı ailesi mi? Hayır!.. Bu hatanın faturasını Türk ekonomisi, Türk insanı da paylaşıyor. Onun için “o firma hata etmiş, bu firma yanlış yolda, bırakınız ne hali varsa görsün” diyemeyiz… Çünkü artık biliyoruz ki, ister özel sektörde ister kamu sektöründe yapılsın, her tesis bu ülkenin, bu milletin malıdır. Onu gerçekleştiren kişiler belli süre “yeddi emanetlerinde” tutmakta, fakat eser ulusa mal olmaktadır.

Kaynak: Sakıp Sabancı, İşte Hayatım, Aksoy Matbaacılık, 1. Baskı, Kasım 1985