Mayın Görüp Rotasını Değiştiren Gemi

İkinci Dünya Savaşı süresince, limanlarımızdan yola çıkacak her türden deniz aracı için harp rizikolarına karşı sigortalanmak zorunlu kılınmıştı.

Armatörlerimizin bir kısmı deniz rizikolarını küçümser bir ruh haleti içinde teknelerini maritim risklere karşı oldukça düşük değerler üzerinden sigortalamakta sakınca görmüyorlardı. Harp muhataraları ise, armatörlerimiz için çok daha yakın ve dolayısıyla nispeten daha yüksek meblağlar üzerinden yaptırma eğilimine sokuyordu. Birçok yönlerden mahzurlu olmasına rağmen, deniz rizikolarını belirli bir şirkete temin ettiren armatörlerimizin harp sigortalarını başka bir sigorta şirketinden alıp daha yüksek sigorta bedeli içeren poliçeler sağlamaları, çok rastlanan hallerden olmuştu.

Günün birinde, armatörlerimizden birine ait bir vapur güney Ege’de bir kayaya bindirip battı. Kaptan, görevi gereği, en yakın liman yetkililerine deniz raporu veriyor ve olayın tam olduğu gibi resmi kayıtlara yansımasını sağlamış bulunuyordu. Teknesini, deniz rizikolarına göre bire üç oranında daha yüksek bir bedelle harp rizikolarına karşı sigortalatmış bulunan armatör ise kaptana talimat vererek başka bir liman başkanlığına değişik bir deniz raporu vermesini emrediyor ve bu ikinci “prova di furtuna”da “gördüğü bir mayına çarpmamak için rota değiştirmek zorunda kaldığını ve geminin bu yüzden kayaya bindirerek battığını” bildirmesini istiyor. Bu suretle deniz rizikolarını temin eden “A” sigorta şirketinden örneğin 100 bin lira (bugünkü parayla yaklaşık 1 milyar) yerine harp tehlikelerini sigorta eden “B” şirketinden 300 bin lira (yaklaşık 3 milyar) tazminat almayı amaçlıyor.

Mayını görüp rotasını değiştiren bir geminin kayaya bindirip batmasının harp rizikosu oluşturup oluşturmayacağı konusu bir yana, iki ayrı sınıftan muhatara için sağlanmış bulunan sigorta teminatındaki bu aşırı fark, Rabbani Tunaman’ın dikkatini çekiyor; bölgede yaptırdığı incelemeler ve ayrıntılarına burada girmekte yarar olmayan istihbarat, “mayın görme” olayının doğru olmadığı kanısını kuvvetlendiriyor. İlgili şirketlerle temasa geçerek gerekli uyarmalarda bulunuyor; “B” sigorta şirketi, armatörlerin harp rizikosu tazminatı talebini reddediyor.

Armatör, bir macera filmi konusu olabilecek cingözlüklerle durumu zamanın Başbakanı’na duyuruyor ve Milli Reasürans’ı ve bilhassa Rabbani Tunaman’ı şikâyet ediyor.

Rabbani Tunaman’ı Ankara’ya çağırtan Başbakan, deniz filomuzun güçsüz ve yetersiz durumuna değinerek, söz konusu armatörün, harp rizikosu tazminatı ödendiği takdirde batanın yerine başka bir gemi alacağını ve bu suretle deniz nakliye filomuzdaki bu yeni azalmanın giderileceğini bildirdiğini aktarıyor ve mümkünse olayın armatörün talebi yönünde bir çözüme bağlanmasını istiyor.

Rabbani Tunaman, hükümetin, filomuzdaki bu azalmanın her ne yoldan olursa olsun giderilmesini istemesi halinde, bunu derhal sağlamanın mümkün olduğunu; Milli Reasürans’ın, hükümet emrine bir değil, iki gemi alınması için gerekecek 300 değil 600 bin lirayı derhal ve sırf kendi varlıklarından ödemeye hazır olduğunu; ancak, ayakları üzerinde durabilme çabası içinde olan milli sigortacılığımızın böyle haksız ve hileli tazminatlar ödemek suretiyle zorluklar içinde bırakılmasına ve pek önem verdiği dış dünyanın sigorta ve reasürans piyasalarındaki itibarımıza halel gelmesine asla izin vermeyeceğini bildiriyor. Hükümet açısından konu bu noktada kapanmış oluyor.

Dava yoluna başvuran armatör, en yüksek yargı organlarına kadar götürdüğü iddiasını kaybetti. Olayın bir deniz rizikosu olduğu nihai şekilde karara bağlandı.

Kaynak: Erdoğan Sergici, Türklerin Tarihi ve Sigortacılık, Latin Basım Yayın, 2001.