Ne Kadar(lık) Severmiş?

80’li yılların başı. Sanayicilerimiz ihracatla daha yeni yeni tanışıyor, henüz kendi ihracat şirketlerini kurmamışlar.

Moda olan “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri”… Çünkü onların Irak, İran, Suriye, Ürdün gibi Ortadoğu ülkeleriyle Mısır, Libya, Tunus, Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerinde açtığı mütevazı “şubeler” can alıcı bir fonksiyonu yerine getiriyor…

Sanayici için o sırada “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri”nin teşkilatından ve yabancı dil bilen, devamlı seyahat eden, istim üstündeki satıcı kadrosundan yararlanmak; “kendi adına” ihracat yapmaktan çok daha avantajlı.

Galvanizli sac üreten bir sanayi kuruluşu olan “Assan” da bizi tercih ederken, böyle bir ihtiyaçtan hareket etmiş olmalı. Bir pazar sabahı Assan’ın sahibi Asım Kibar beni evimden aradı ve dedi ki:

“Derhal 5 bin ton galvanizli sac ihraç etmemiz gerek. Bu ihracat bizim için hayati önem taşıyor. Ne yap yap bu satışı gerçekleştir. Çok da iyi fiyat vereceğim.”

Ben de Koray Gönensin’i evinden arayıp, topu ona attım:

“Akşam Lufthansa ile İran’a gidiyorsun. Asım Ağabey zor durumdaymış. Mutlaka 5 bin ton mal satmamız gerekiyor.”

Ertesi gün, Assan gerçekten de iyi bir fiyat verdi. Koray da iki hafta İran’da kalarak, satışı gerçekleştirdi. Malların satıldığı haberini Asım Ağabeye ilettiğimde çok memnun olacaktı. O kadar ki, Koray’ın dönüşünde bizi evine mantı yemeğe davet etti. Kibar ailesi gibi Kayseri kökenli bir eve mantıya davetliyseniz, “şölen” var demektir. Asım Ağabeyin eşi de doğrusu çok güzel mantı yapardı ve biz de İran’a yapılan o satış sayesinde böyle bir ayrıcalığın tadını çıkarmıştık.

Gelin görün ki, malın yüklenmesi için gerekli “akreditif”in açılmasında İranlı alıcı, her zamanki gibi gecikti… Bu beklenmedik bir durum değildi. Biz de zaten her gecikmede, teklif süresinin dolmasına “birkaç gün” kala “uzatma” talep ederdik. Assan da talebi olumlu karşılar ve süreyi her defasında uzatırdı.

Fakat bu kez, vadenin dolmasına, (uzatmaya gerek kalmadan) iki üç gün kala geldi haber, biz de Assan’a müjdeyi verdik:

“İran’daki banka, akredifi açtı.”

“Hadi malı yükleyin, artık vakti geldi” dediğimizde ise… “Acelemiz var” diyen “çaresiz” üretici gitmiş, onun yerine “fiyat artışı” isteyen üretici gelmişti. Sanki “vade aşılmış” gibi “olmaz” diyorlardı:

“Fiyatlarımız o zamandan bu yana arttı. Bize ton başına 10 dolar fiyat farkı ödeyeceksiniz.”

Bu demekti ki toplam 50 bin dolar fark istiyorlar. “Akredifin açılması” ile bizim yazılı olarak “harekete geçişimiz” hemen üst üste oturmadığı için, teklifin geçerlilik süresini iki gün aşmıştık.

Durumu anlatmak için telaşla Asım Ağabeyi aradığımda, aldığım cevap hâlâ kulaklarımda:

“Emin’ciğim, bilirsin seni çok severim, ama 50 bin dolarlık sevmem.”

Sonunda “farkı” biz ödeyip, İran’daki alıcıya olan taahhüdümüzü yerine getirdik.

Kaynak: Mehmet Emin Karagülle, 70 Cent Uğruna: İhracat Şampiyonlarının Gerçek Öyküsü, İnkılâp Kitabevi, 2004.