Pes Etmeyin!

İnşaat malzemesi sattığım için Ankara’daki müteahhitlerin hepsini yakından tanıyordum. Ankara’da inşaat işi arttıkça da İstanbul’un büyük müteahhitleri Ankara’ya gelip iş alıyorlardı, İstanbul’un tanınmış müteahhitlerinden Haydar Emre de Ankara’ya geldi. Çiftlik’teki Gazi Enstitüsü işini aldı. Kınacı Hanı’nda bir yazıhane tuttu.

Haydar Bey’e mal satmaya gittim. Haydar Bey benimle konuşmak bile istemedi. “Sen İstanbul’dan mal alıp satan bir adamsın, benim İstanbul’da yazıhanem var, İstanbul piyasasını, Avrupa’yı tanırım, senin maliyet fiyatına ben mal alırım, bana mal satamazsın, boşuna gelip gitme.” der gibi bir tavır takındı. Haydar Bey’in bu davranışı bende iz yaptı, bu müteahhide mal satmaya karar verdim. Gerçekten çok akıllıydı, hangi işe girse hemen malzemesini satın alır, malzeme fiyatlarının inip çıkmasından dolayı riziko kabul etmezdi. Parası sağlam, ciddi bir müteahhitti.

İlk başta hemen hiç para kazanmadan bu müteahhitle çalışıp, gözüne girmeye karar verdim. Böylece dost olduk. Haydar Bey ciddi çalıştığı için resmi daireler de kendisini çok severdi; aklımda kaldığına göre Ankara’da Gazi Terbiye Enstitüsü, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Ziraat Enstitüsü, Orduevi, Genelkurmay binası ve daha buna benzer birçok bina yaptı.

Bizim dostluk ilerledi. Haydar Bey büyük işler aldı. Parası yetmiyordu. Birkaç inşaat işinde ortaklık kurduk, dostluğumuz daha da güçlendi. Bu arada Haydar Bey’le birbirimizi iyice tanımıştık, bu dostluktan çok memnunduk, daha büyük işler yapmaya karar verdik.

Haydar Bey’in Ziya ve Cemil Arıduru Beylerle birlikte Haymil adlı bir şirketleri vardı. O sırada Elazığ-Van hattının, Elazığ’dan Palu’ya kadar 70 kilometrelik bölümü ihaleye çıktı. Haydar Bey’le birlikte yaklaşık 6 milyon liraya bu işi aldık. İş büyük olduğu için ve ben de durumu iyi bilmediğimden Haydar Bey’le şöyle bir anlaşma yaptık: Ben en çok 350.000 lira kâr edebileceğim, en çok da 350.000 lira zarara katılacağım. Demek ki, benim kâr-zarar hesabım 350.000 lirada kalacaktı.

1939 yılının ilkbaharında işe başlandı. Eylül’de İkinci Dünya Savaşı ilan edildi. Fiyatlar yükselmeye başladı. Biz işe girdiğimiz zaman buğdayın kilosu 10 kuruş, işçi gündeliği 1 liraydı. İki yıl sonra buğdayın kilosu 1 lira, işçinin gündeliği 4 lira oldu. Sermaye gitti, krediler gitti, fiyatlar durmadan artıyordu. Başta Haydar Bey olmak üzere hepimiz güç durumda kaldık. Durum bu şekilde devam ederken Haydar Bey’in morali bozuldu. Bir gün yazıhaneme geldi, “Vehbi Bey, bu kadar yıldır kazandığım sermaye gitti, itibarım gitmek üzere… Ya intihar edeceğim ya iflas, başka çarem yok.” dedi.

O dev gibi Haydar Bey’in gözleri dönmüştü. Perişan bir haldeydi. Benim moralim Haydar Bey kadar bozuk değildi, ya sinirlerim daha sağlamdı ya da işin önemini Haydar Bey kadar anlamıyordum. Haydar Bey’i teselli ettim. Fakat bende de düşünce başladı. Çok düşündüm, taşındım, soruşturdum. Bizim durumumuzda olan başka müteahhitler olduğunu öğrendim.

Devrin başbakanı Refik Saydam, Allah rahmet eylesin, dürüst, cesur bir insandı. Bizleri dinleyip zamanın Bayındırlık Bakanı ve diğer bakanlarla konuştuktan sonra, kanunda “dayanılmayacak bir zarar ve fevkalade bir zaman olduğu görülecek olursa” maddesine dayanarak, Devlet Şûrası’ndan karar aldırıp anlaşmanın günün fiyatlarına göre düzeltilmesini kabul ettirdi. 6 milyon liraya aldığımız iş 15-18 milyon lira arasında bitti. Zarardan kurtulduk, biraz da kâr ettik.

Bu anımı yazmaktaki amacım şu: İşler kötüye gittiği zaman moral bozuluyor. O zaman birden bire her şeyi kapkara görüp kötü düşüncelere saplanmamak gerekir. Doğruysanız, azimliyseniz, her çareye başvurmanız ve hakkınızı aramanız gerekir, iş düzelir. Bunu bizden sonra geleceklere örnek olması için anlattım.

Kaynak: Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç, Hazırlayan: Can Dündar, Doğan Kitap