Reklam Ajansına Bir Kutu Yolladı, Hayatı Değişti

Her şey bir tehdit mektubuyla başladı. Serdar Erener’in reklam ajansı Alamet-i Farika’ya iş başvurunda bulunmak istiyordu. Gazeteden kestiği harflerle “Cellocan elimizde, Özlem’i işe almazsanız sorumluluk size ait. İmza Özlem, pardon bir dost” yazdı ve gönderdi. Kâğıdın sol tarafına da bir “Cellocan” fotoğrafı iliştirmişti.

Hemen akabinde Alamet-i Farika’ya Özlem’in CV’si de ulaştı. Beyaz bir dosya kâğıdına okuduğu okulları, çalıştığı şirketleri sıralamak yerine kendini anlattığı kocaman bir kutu hazırlamıştı. Çünkü ne okuduğu üniversite ne de daha önce yaptığı işlerin metin yazarlığıyla alakası yoktu. Orman mühendisiydi ve uzun yıllar müzik sektöründe çalışmıştı. Kutu tıklım tıkıştı. Yüzücülük madalyaları, yara bandı, çivi, vida, okunmuş çikolata, minik bir kutu süt… Hepsinin bir nedeni vardı. Yara bandı ve çivi gibi şeylerle “Küçük çözümler, büyük işler başarır.” demek istiyordu. Çikolatanın üzerine “okunmuş” yazarak da Türkiyeli olduğunu anlatıyordu. Sonuçta Özlem Küçükyılmaz (32) işe alındı. Hikâyesi, kariyer seminerlerinde anlatıldı. Ve sayesinde Alamet-i Farika’ya kutu yağmaya başladı. Şimdi reklamcı olmak isteyen gençler, Özlem Küçükyılmaz gibi kutu ile işe başvuruyor. Ama Özlem, onlara daha yaratıcı olmalarını öneriyor. “Kutu bir kere yapılmış bir şey. Başka bir şey yapmak lazım. İnsanın kendini ifade edebileceği bir yol mutlaka vardır.”

Küçükyılmaz, 32 yaşına bastığı gün yazmakla ilgili çabalamaya karar verdi. Kafasında uçuşan senaryolardan birinin kurgusunu tamamladı, bir “sitcom” projesine dönüştürdü ve BKM ile görüşmeye gitti. BKM çok beğendi ama dramaya ihtiyaçları vardı. Özlem’e bir dram senaryosu siparişi verdiler.

Senaryolarını okuyanlardan hep aynı öneriyi duyuyordu: “Kıvrak bir kalemin var, reklam yazarı olmayı denesene.” Deneyecekti de kendine pek güveni yoktu. 32 yaşındaydı, hiç deneyimi yoktu, üstüne üstlük orman mühendisiydi. Bir gün gazetede gördüğü bir ilan onu motive etti.

Bu Ben Değilim ki…

Serdar Erener’in sahibi olduğu reklam ajansı Alamet-i Farika eleman arıyordu, yaratıcı olduğunu düşünenleri görüşmeye çağırıyordu. Oturdu CV’sini yazdı ama yazdığı şeyden hiç memnun kalmadı. “Bu ben değilim ki!” diye düşündü. Daha yaratıcı bir şey yapmazsa işe alınmayacağını biliyordu. İlk iş, CV’sini poşet bir dosya kâğıdına koydu. Üzerine küçük pos-itlerle gerçek Özlem’i anlatan kelimeler yazdı. “Çok üşür, şiir yazar, anne, sıcakkanlı, hızlı…” Ertesi gün sokakta gezerken iki rozet gördü. Birinde, “Hayatta her şey olabilir” diğerinde de, “Bakalım bugün neler olacak?” yazıyordu. Hemen satın aldı. Kendini, hayata bakışını anlatacak bir kutu hazırlayacaktı. Kutunun en üstüne de bu rozetleri iğneleyecekti.

İlk iş edebiyata olan ilgisini yansıtmaktı. Şiirlerini, öykülerini ve senaryolarını itinayla kutunun zeminine yerleştirdi. Yazma tutkusundan ötürü gelişen kırtasiye bağımlılığını anlatmak için bir sürü kalem ekledi. Hayatının dönüm noktası olan kitabı unutamazdı.

Senaryo ve kitaplardan sonra kutuya çift taraflı bant, ataç, kilit ve vida gibi araç gereçler koydu. “Küçük çözümler, büyük işler başarır” demek istiyordu. 12 yıllık yüzücülük deneyiminde kazandığı madalyalar ilk defa işe yaradı. Onlar sayesinde disiplinli ve sabırlı olduğunu anlattı. Para kazanmanın da önemli olduğunu vurgulamak için kutuya 50 kuruş attı. Reklamcılık sektörünü takip ettiğini, Love Mark, aşkla bağlanılan markalar terimini bildiğini anlatmak için küçük bir kutu Pınar süte kalpler bağladı.

Yedi yaşındaki küçük kızından bahsetmemek olmazdı. Defne’nin okuma yazmayı ilk söktüğü gün yazdığı notu kutuya koydu. Notta “Anneciğim sen olmasaydın ben ne yapardım?” yazıyordu.

Yazdığı birkaç şarkı sözü tesadüf eseri birilerinin kulağına gitmiş ve ünlü şarkıcıların albümlerinde yer almıştı. Emel Müftüoğlu, Yonca Lodi ve Sedat bunlardan üçüydü. Üçünün CD’si de kutudaki yerlerini aldı. Kutuyu açanların gülümsemesi için “İstediğiniz kişiye sekiz dakikada nasıl evet dedirtirsiniz?” isimli kitabı da koydu. Üstüne de “Bana cevap vermeden önce lütfen bunu okuyun!” yazdı. Bir de ilaç prospektüsü yerleştirdi. “Enine boyuna incelerim, etkileri ve yan etkileri hep göz önünde tutarım” demek istiyordu. Türkiye’yi iyi tanıdığını da marketten aldığı çikolatanın üstüne, “Bu okunmuş bir çikolatadır. Bunu yiyen bana evet der” yazarak anlatıyordu. En sona bir itiraf saklamıştı. Oyuncak aslancık, hem aslan burcu olduğunu hem de aynı ormanlar kralı gibi yan gelip yatmayı sevdiğini anlatıyordu. “Bir işi çabuk yapıyorsam, tembellik moduna çabuk geçmek içindir” diyordu.

Fotoğraf büyük sorundu. Özlem vesikalık çektirmekten nefret ediyor, hiçbirinde kendi gibi çıkmıyordu. Çareyi kutuya büyük ebatlı, çerçeveli fotoğraflar koymakta buldu.

Sonunda dolup taşan bu kutuyu Alamet-i Farika’ya gönderdi. İlk görüşmede neyi ne için koyduğunu anlattı. Herkes çok etkilendi ama diğer başvuruları da değerlendirmek için Özlem’i yaklaşık iki ay beklettiler. Özlem bu iki ayda da boş durmadı. Taciz telefonları, e-mailler ve mektuplar yollamaya devam etti. Bir gün “Ne zaman karar vereceksiniz, dokuz doğurdum” diye telefon açtı. Ertesi gün dokuz tane bebek resmi postaladı.

Ve 10 Ocak’ta işe başladı. İki aylık bir deneme süresinin ardından metin yazarı oldu. Ekibe alışması, diğer reklamcıların bir orman mühendisini kabullenmesi zor oldu ama oldu.

Kaynak: Yasemin Sungur, Kariyerim Gelecek mi?, Ceres Yayınları, 3. Baskı, t.y.