Sinek Küçük ama Mide Bulandırır!

İşe ilk başladığımız zaman babam, Zindankapı’da Zindan Hanı’nda Nail Bey adında biriyle iş yapıyordu. Nail Bey Ankara’dan gönderilen hububatı satar, komisyon alırdı. Keskinli İsrail Anastasyan Efendi İstanbul’a taşınmış, Nail Bey’in yanında çalışırmış. Nail Bey bizim işleri İsrail Efendi’ye aktarmış. İsrail Efendi’yle bu suretle tanıştık. 1918 yılından, ölünceye kadar bizimle önce komisyoncumuz, sonra ortağımız olarak iş gördü. Yaklaşık 45 yıl babamla ve benimle çalıştı.

İsrail Efendi’nin İstanbul’da Zindankapı tarafında zeytinyağı işi yapan Karalyan adında ailece görüştüğü bir dostu vardı. Biz de kendisiyle dost olduk. Karalyan Efendi zeytinyağı işi yapar, zeytinyağından iyi anlar ve bu yağları mevsiminde Gemlik ve çevresinden toplayarak İstanbul’a getirip satardı. Bir gün bana geldi, Orhangazi’nin bir köyünde bir zeytinyağı değirmeni bulunduğunu, bu işte kâr olduğunu söyledi, bu değirmeni birlikte satın almamızı teklif etti.

Değirmeni 8.000 liraya aldık. O köyde çok miktarda zeytin oluyor, zeytinler burada öğütülerek yağ haline getiriliyor, Karalyan Efendi İstanbul’a gelip bunları satıyordu. Bu küçük yağ değirmenini aldıktan bir yıl sonra Karalyan Efendi yeniden bana geldi, Gemlik’te çok ucuz bir zeytinyağı fabrikası olduğunu, bunu almamız gerektiğini anlattı. Pazarlık edildi, 40.000 liraya bu fabrika alındı. Biraz tamir gördükten sonra çalışmaya başladı.

İkici Dünya Savaşı devam ediyordu. Hükümet üretilen zeytinyağının belirli bir kısmının, asit miktarı belirtilmek suretiyle, parasız olarak bir çeşit ayniyat vergisi şeklinde devlete verileceğine dair karar almıştı.

Yıl 1943, Milli Korunma Kanunu devam ediyor. Fabrika Karalyan Efendi tarafından yönetiliyor. Milli Korunma Kanunu gereğince devlete teslim ettiğimiz zeytinyağının asidi yüksek geldiği için 330 ya da 390 kilo zeytinyağını yeniden vermemiz gerekiyormuş. Karalyan Efendi nedense ihmal etmiş. Galata Fermeneciler’de, “Vehbi Koç ve Ortakları” firmamız ile Karalyan Efendi ortak olarak Gemlik’te Milli Korunma Mahkemesi’ne verilmişiz.

Savaş devam ediyor, sıkıntı büyük. Milli Korunma Mahkemesi’ne verilenleri gazeteler halka açıklıyor. Her gün artan fiyatlar ve istenilen malın bulunmaması halk üzerinde sıkıcı etkiler yaptığı için Milli Korunma suçlularının idama kadar giden cezaları konusunda Meclis’e önergeler veriliyordu; böyle sinir bozucu bir devrede yaşıyorduk. Firmamızın bu kadar küçük bir şey için gazetelere geçmesinin manevi zararı çok büyük olabilirdi, onun için zeytinyağının eksik kalan kısmını da teslim edip bir an önce beraat kararı almak istiyordum. Fakat mahkemeye gitmek şartmış.

Gemlik’e vapurla gidip mahkeme günü orada bulunmaya karar verdik. Ocak ayında, soğuk, yağmurlu bir gündü. O sıralarda Kadıköy’de kayınpederim Sadullah Aktar Bey’in evinde misafir kalıyordum. Gemlik’e gidecek vapur Salıpazarı’ndan kalkacaktı. Kadıköy İskelesi’ne geldim. Fırtınadan vapur kalkamadı. Yalvararak elektrik idaresinin bir otobüsüyle Haydarpaşa’ya geçtim. Haydarpaşa’dan da vapur kalkıyordu. Gemlik’e gidecek olan vapurun yanına geldim. Benimle birlikte gelecek olan İsrail Anastasyan, İsak Altabef, Emin Güraç Beyler iskeledeydiler. Böyle bir havada kesinlikle vapura binemeyeceklerini söylemeleri üzerine vapura binmekten vazgeçildi, ama ben çok üzüldüm. Ertesi gün mahkeme vardı. (Bineceğimiz o vapur fırtınadan karaya oturdu.) Yazıhanede çok düşünüp taşındıktan sonra Haydarpaşa’dan İzmit’e kadar trenle gitmek, İzmit’ten bir araba tutarak gece Gemlik’e varmak, sabahleyin mahkemede bulunmak üzere işi planladık. Akşam geç vakit trenle İzmit’e geldik, Antalya ambarı aracılığıyla bir otomobil tuttuk. Körfez’den Yalova’ya gidiyoruz. Devir savaş devri, ortalık karanlık, Gölcük yöresinden geçerken nöbetçiler boyna bizi durduruyorlar, soru soruyorlar, içimizde de bir Ermeni, bir Musevi var.

Gece geç vakit Yalova’ya geldik. Otel aradık, otelci kahvede oyun oynuyor, hava buz gibi soğuk, kar yağıyor. “İsterseniz mangal koyun, yatın.” dedi. Yatılacak gibi değildi. “Burada kaymakam kimdir?” diye sordum, “Orhan Öztrak” dediler. Babası Faik Öztrak Bey’i tanıdığım için otomobille doğru kaymakamın evine gittik, evde jandarma komutanıyla iskambil ya da tavla oynuyordu. Beni görünce şaşırdı. Oturduk, gidiş sebebimizi anlattık. Jandarma komutanı, yolların kardan kapandığını, Gemlik’e gitmemize imkân olmadığını anlattı. Neden gitmek istediğimi söyledim, çare aramaya başladılar. Kaymakamın evinde dört kişi için yatacak yer yokmuş, “Yalnız seni alabilirim” dedi.

Jandarma komutanı durmadan Gemlik’le görüşüyor, bizi oraya göndermek için çareler arıyordu. Yolun açılmasına imkân olmadığını söylediler ve şöyle bir tavsiyede bulundular: Yalova’dan bir otobüs kalkar, sizi belirli bir yere kadar götürür, dağda 300-500 metre yürürsünüz, Gemlik’ten bir otobüs gelir, o da belirli bir yerde bekler, sizi alır götürür. Hiç düşünmeden, “Evet” dedim. Bu planı uyguladık ve mahkeme saatinde beş kişi hâkimin karşısına çıktık: İsrail Anastasyan, İsak Altabef, Emin Güraç, Karalyan ve ben…

Hâkim ortakların cinsini görünce şaşırdı, ikisi Ermeni, biri Musevi… O havada nasıl gelebildiğimize daha çok şaştı, mahkeme gününden önce zeytinyağının teslim edilip, kendisine bildirildiği için beraat kararı verdi. Biz de rahat bir soluk aldık. 300 kilo zeytinyağı için, o vakit kilosu 1 liraysa, biz kiloya 5 lira masraf ettik, bu iş de böylece bitti.

Bu, iş hayatında beni en çok üzen olaylardan biridir. Bu kadar üzülmeme neden olan küçücük zeytinyağı fabrikasını az bir zaman sonra Varlık Vergisi yüzünden sattık.

Kaynak: Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç, Hazırlayan: Can Dündar, Doğan Kitap