Sucuk İşi

Biga Genç İşadamları Derneği BİGİAD’ı kurup genç iş adamları olarak bir araya geldiğimizde; genelde “Nasıl ortaklıklar yapabiliriz?”, “Biga’da neler yapmalıyız?” diye konuşuyorduk. Her toplantıda yeni iş fırsatları gündeme geliyordu.

Bir gün dernekteki arkadaşlardan birisi, şu anda muhasebeciliğe devam ediyor, kendisini de çok severim, bana dedi ki; “Başkan, sucuk işine girelim. Sucuk fabrikası kuralım. Etin kilosu 10 liraysa, sucuk 12 lira… Bu işte çok para var!” Tek sayfalık fizibilite raporuna baktığınızda, süper bir iş…

“Tamam!” dedik, “girelim biz bu işe.”

Ben, Ekrem ve 3 arkadaşı daha yanımıza aldık. Beş kişilik ortak ile Kale Et Entegre Anonim Şirketi’ni kurduk. Karabiga Belediyesi’nden kullanmadığı buzhaneyi kiraladık. Makinaları satın aldık. Sermayeyi koyduk. Yedi-sekiz çalışanla üretime başladık.

Her birimizin koyduğu sermaye tutarı ise, birer otomobil parası kadardı. Ortaklardan birisi yeni aldığı Renault Broadway otomobilini satıp ortak olmuştu. Eşit olsun diye biz de aynı miktarda sermaye ile ortak olduk. Aramızda da iş bölümü yaptık. Ben, yönetim kurulu başkanı ve genel yönetimden sorumluydum. Muhasebeci arkadaş para işlerini yürütecekti. Arkadaşlardan biri üretimle, kalan ikisi pazarlama ve satışla ilgilenecekti. Sucuk işi hepimizin ikinci işiydi.

Sucukları parti parti üretmeye başladık. Bir partide 500 kilogram, bazen 1.000 kilogram üretim oluyordu. Satın aldığımız araca sucukları yükledik, İstanbul’a gönderdik. Bizim Biga’dan gönderdiğimiz sucuklar, fabrikada tarttığımızda 1.000 kilogram ise, İstanbul’a varıncaya kadar 850-900 kilograma düşüyordu! Sucuk bekledikçe suyunu çekip kuruyor ve kilosu düşüyormuş! Nereden bilelim?

Bizim pazarlamacı ve şoför de, yol boyunca bol bol sucuk ikram ediyormuş. Hesap soran yok! Çünkü arkadaşların kendi işlerinden başını kaldıracakları zamanları yok. Bir toptancı buldu arkadaşlar. Süpermiş; bizim tüm malı satabilirmiş. “Tamam” dedik. Yükledik sucukları, gönderdik. Çekleri sahte çıktı, dolandırıldık. Adamı da bir daha bulamadık.

Hava güzel olunca, sucukları dışarıda doğal şartlarda kurutalım dedik. Karabiga havasında kurutalım derken, bizim sucuklar baloncuk baloncuk oldu. Nedenini sonra anladık. Karabiga’nın lodosu mu çokmuş, poyrazı mı, bilmem; rüzgârda “olurmuş böyle”… Rüzgârdan anlayan biri değilim ki!

Bu işi bilen bir uzman bulalım dedik. Bursa’daki fakülteden doçent hocalar getirdik. Çok paralar ödedik. Çok ünlü bir sucuk markasının emekli ustasını bulduk. İşin başına getirdik. Ev tuttuk, yüksek ücret ödedik, ama yine tutturamadık. Usta emekli olunca biraz bunamış, formülü unutmuş olmalı. Neyse, çekti gitti. Bizim formül işi kaldı, muhasebeci ortağa. Telefonla fabrikayı arıyor: “Biraz kimyon, biraz da şundan, biraz da bundan…” Kale sucuklarının her partideki tadı, bizim muhasebecinin günlük performansına kalmıştı.

Bu arada, ortak etmediğimiz üç arkadaşım da bana kızıyordu, onları neden ortak almadım diye… Para sorunumuz da başlayınca, üç arkadaşı da birer otomobil parası kadar ortak ettik. Yine finans sorunları olunca, ben bir araba parası daha koydum. Etti dokuz araba…

Yetmezmiş gibi, ardından da ‘94 krizi patlamaz mı? Faizler yükseldi. Kullandığımız kredilerin faizleri yükseldi. Zararımız katlandı. Panelvanı sattık. Tesisi kapattık. Allah rahmet eylesin, eski milletvekilimiz Ayhan Uysal’a fabrikayı devrettik. Aldığımız kredileri kapattık. Elimizde iki tane katalitik soba dışında bir şey kalmadı.

Sonuç olarak; işe sahip çıkmazsan, bilmediğin işe girip takip etmezsen, çalışacağın doğru adamları seçmezsen, finansı iyi yönetemezsen, batarsın… Biz de öyle yaptık…

Kaynak: Davut Doğan, İş’te Tecrübelerim, Hayat Yayın Grubu