Süpermen Türk Olsaydı Pelerinini Annesi Bağlardı

Sevgi kültürümüz iyidir ama zamanla iş, sevmekle aşırı korumayı karıştırmaya gelmiş. Dikkat edin yabancı çocuklara, otelde beş-altı yaşındaki Alman çocuk alır yemeği hapur hupur üstüne döke döke yer.

Bizim on yaşındaki Türk çocuğun yemeğini babası alır, anası yedirir, teyzesi de ağzını siler. Çocuk otuz beş yaşına gelir, hâlâ ana, baba, teyze çocuğun peşinde yemek yedireceğiz diye koştururlar. Bu nasıl bir korumacılık, kollamacılıktır.

Kendi hayatını yaşayamayan insanlar çocuklarının hayatını yaşar.

Süpermen Türk olsaydı pelerinini kesin anası bağlardı.

ΘΘΘ

Girişimcilik ne biliyor musun?

Bulunduğun yere yenilik katmalısın. Mutlaka adım atmalısın.

Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş.

İnsan var, dokunduğu yere değer katar;

İnsan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.

Eğer bulunduğunuz ülkeye, iş yerine, etrafınızdaki insanlara gram katkınız olmuyorsa “Acaba benim gözler görüyor mu?” diye sorun kendinize.

ΘΘΘ

Bir kitapta Henry Ford’un oğlunun bıraktığı intihar mektubunu gördüm: “Baba hayal edip de ulaşamadığım hiçbir şey olmadı. Ne varsa önceden hazırlamışsın, hiçbirinde benim emeğim yok. Mutsuzluktan mahvoldum. Gidiyorum…”

İyi ki hayal ettiklerinize bedavadan ulaşamıyorsunuz.

Ve eğer öyleyse, iyi ki sahip olduğunuz her şeyde kendi emeğiniz var. Şu milli piyangodan büyük ikramiye kazananların yaşadıklarını, en geç on yıl içinde nasıl mahvolduklarını gördünüz mü?

Anadolu’da “Emeksiz yemek olmaz” derler.

ΘΘΘ

Allah aşkına aranızda bugün yaşadığımız sorunları bilmeyen var mı? Adım atıyor musunuz, atmıyor musunuz; tüm fark burada.

ΘΘΘ

Girişimciliğin önündeki en büyük engel “Bizde o imkânlar yok ki”, “O yaptı da ne oldu?”, “Adam yapıyorsa arkası vardır, torpili vardır oğlum” gibi yalan dolanlardır.

ΘΘΘ

Sepp Piontek Türk Milli Takımı teknik direktörüyken söylemişti: “Türkler hep oyuncu psikolojisini konuşuyorlar, niye hiç iş konuşmuyorlar; kimse işini yapmıyor.”

ΘΘΘ

Yıllar önce Türk-Alman işadamlarına bir konferans vermek üzere Almanya’ya çağırdılar. Almanlar tam vaktinde geldi, bizimkiler yarım saat geç.

“İçtenlikle tebrik ediyorum. Almanya’nın ortasında, otuz-kırk yıl geçmiş, milli benliğimizi kaybetmemişiz” dedim.

Gülüştük.

ΘΘΘ

Bizde herkes işini ne kadar iyi yaptığını anlatır durur. Kendi başarılı değilse bu sefer evladı süper bir şeydir, onun başarılarını dinlersin: “Evladım diye demiyorum ama…”

Bak, işini iyi yapıyorsan hiç anlatma. Zaten herkes işini ne kadar iyi yaptığını görür.

ΘΘΘ

İzmir’de bir öğrencim, Kenan, Pixel Reklam Ajansı’nın sahibi. Ajansın tüm işleri gerçekten süper. “Bu işlerin kalitesi nasıl böyle iyi Kenan?” diye sorduğumda zannettim ki bana bilgisayarcısından, çizimcisinden falan bahsedecek.

“Bizim temizliğimize, ofisimize bakan Nefise Hanım sayesinde.”

“?”

“Öyle iyi iş yapar, öyle çalışır ki hepimize örnek olur. Geçenlerde elektrik kesilince eşini iş yerine çağırmış. Buzdolabındaki tüm yiyecekleri toplayıp kendi evlerindeki buzdolabına götürüp koymuşlar. Hafta sonu geçince, pazartesi yüklendiler gıdaları, geri getirdiler. Her işini böyle yapar. Batıp gidecek olsak, önce kendimi, en son Nefise Hanım’ı işten çıkarırım.”

ΘΘΘ

Bazı kitaplarımda yazdım, göçmen vatandaşlarımızın iş yapma kaliteleri açısından bende ayrı bir yerleri vardır. Çok çalışkandırlar ve işlerini mükemmel yaparlar.

Bulgaristan’da, Yunanistan’da, Yugoslavya’da iyi eğitim aldıkları için değil.

Bizde eğitim almadıkları için kurtarmışlar.

İnşallah üçüncü, dördüncü kuşakları da böyle olur.

ΘΘΘ

Çanakkale’de tüm eğitimli nüfusunu kaybetmişsin. 1923’teki okuma yazma oranı %8. Bu ülke 1925-1945 yılları arasında dünyanın en hızlı büyüyen iki ekonomisinden biri, çünkü insanlar dürüst, herkes birbirine güveniyor.

Yıl 1948, kişi başına düşen milli gelir Kore’de 65, Japonya’da 130, Türkiye’de 200 dolar.

Yıl 2007, Kore’de 24.000, Japonya’da 40.000 dolar. Türkiye’de ise 4.000 dolar.

Aradaki fark: bakanlar, iş adamları, okul müdürleri, politikacılar, öğretmenler, emniyet müdürleri, polisler, doktorlar, esnaflar, biz…

Yurt sevgimizi, hoşgörümüzü, girişimciliğimizi, iş kalitemizi, dürüstlüğümüzü adım adım törpüledik. Çocuklarımız da bizim gibi yetişirse bittik. Onları kurtarırsak şahane.

Sizce hangisi olacak? Öncelikle kişisel gelişmeyi bırakın, toplumsal gelişin.

ΘΘΘ

Üç tür adam vardır.

Birinci tür, hep başkalarının üzerinden geçinir.

İkinci tür, sırf kendisi için çalışır. (Sistemin yetiştirmeye çalıştığı insan grubu bu.)

Üçüncü tür, kendisi ve ülkesi için çalışır.

En rahatı üçüncü gruptur, çünkü orada rekabet çok azdır. Üçüncü gruba girmeniz için kahraman olmanız gerekmez. Ama evinize ekmek götürmek için yaptığınız işin dışında, ihtiyacı olanlar için de bir şeyler yapabilirsiniz. Mümkünse bireysel yapmak yerine sivil toplum örgütlerine katılın, ülke için gönüllü bir şeyler yapmaya çalışan organizasyonlara destek verin. Yani örgütlü iyilik yapın.

ΘΘΘ

Yurt sevgisi ve hoşgörü yan yana şahanedir. Tek başına bırakılırsa bu kavramlar, yanlış yere çekilirler. Ama ikisi yan yana ülkeyi cennet yapar.

Uğur Böcekleri’nin temel ilkeleri:

“Hangi ırktan, hangi düşünceden olursan ol başımızın tacısın, yeter ki bu bayrağı sev.”

ΘΘΘ

Uğur Böcekleri Projesi nasıl başladı?

Bir gün Anadolu’nun bir ilçesinden geçiyorum. Bir ev, camı kırılmış. Siyah battal boy çöp poşetiyle kapatmışlar camı. Evin önünde yamalı şalvarlı, pırıl pırıl gözleri olan küçücük bir kız çocuğu. Üç çocuktular ama onu özellikle unutamıyorum.

Aradan bir yıl geçti, aynı yerden geçiyorum. Kalbim küt küt vurmaya başladı, yavaşladım iyice.

“Allah’ım, inşallah taktırmışlardır camı.”

Bir baktım, simsiyah poşet duruyor camda.

“Ya o kızcağızın odasıysa” dedim. Bir yıldır odasına ışık girmiyor. Bir yıldır odasından dışarıyı göremiyor.

Ankara’ya dönünce önce arkadaşlarımla konuştuk, beraber inandık. Başladık koşmaya. Türkiye Uğur Böcekleri Projesi bu yüzden başladı. O küçük kızın odasına ışık girsin diye.

Uğur Böcekleri’nin formülü şu:

İyilik yap, karşılık bekleme.

Bilgi paylaş, karşılık bekleme.

Yazar:Ahmet Şerif İzgören
Yayınevi:Elma Yayınevi