Tecrübesizliğin Bedeli

Manifatura işi hoşuma gitmişti. Fakat büyük para isteyen bir iş olduğu için onu yapamazdım. Bu dört ortak bilmediğim bir nedenle ayrıldılar, her biri kendi başına bir iş tuttu. Biz de babamla evimizin altında şirketin üzüm sattığı mağazanın yerinde, 120 lira sermaye ile bir dükkân açtık. 1917’de kurulan bu firmanın adı ve adresi “Koçzade Hacı Mustafa Rahmi, Karaoğlan Çarşısı, Ankara”ydı. O yıllarda her dükkân açan Türk, başka bir şey bilmeyip bakkallıktan işe başladığı için, biz de bakkallıktan başladık. İşte bu sırada dilekçe verip okuldan ayrıldım.

Babam İstanbul’a gidip daha önce buğday ve tahıl işi yaptığı Zindankapı’da Zindan Han’da ticaret yapan merhum Nail Bey’in yardımı ile yanında götürdüğü 120 lira karşılığında bir sandık ayakkabı lastiği, bir sandık şeker, bir sandık kaşar peyniri ve zeytin, makarna gibi mallar getirdi.

Dükkânı açtık. Herhalde güz aylarına doğruydu, “Bismillah” dedik, işe başladık. Benim görevim dükkânı açmak, süpürmek, tozlanan malları temizlemek, müşterilerin aldığı malları tartmak veya saymak, mangalı yakmak, camekânları temizlemek, kısaca hademe, satıcı ve muhasebecinin görevlerini bir arada görmekti. Babam da tezgâh başına oturur, satılan malların parasını alırdı.

Gece eve gelir, yemeği yer, o gün satılan malların hesaplarını defterlere geçirir, İstanbul’a yapılacak siparişler varsa onları yazar, ondan sonra yatardık. Babam ilk gidişinde bir balya da kaşar peyniri almıştı. Bu peyniri çuvaldan çıkardık, üst üste dükkândaki masanın üstüne koyduk. Müşteri gelip peyniri satacağız diye beklerken peynirin üzerinde beyaz kurtların yürüdüğünü gördük. Akşam peyniri eve taşıdık, bir sergi serdik, bütün tekerlekleri gözden geçirdik, her tarafında kurt olduğunu gördük. Kurtları temizlemek için kalıpları delik deşik ettik. Gece temizlediğimiz bu kalıpları ertesi sabah dükkâna götürdük, tezgâha koyduk. Babamın Coşkunoğlu adında büyük bakkaliye işi yapan Rum bir dostu vardı. Mağazaya o geldi, peynirlerin delik deşik olduğunu görünce “Ne yaptınız bunu?” diye sordu. Yaptığımızı anlattık. Adam güldü. “Bu beyazlar peynirin kendi kurdudur, olduğu gibi yağ olur. Buna hiç dokunmayacaktınız, yanlış yapmışsınız.” dedi ve gitti. Biz bu peynirlerin bu şekilde satılamayacağını görünce bütün peynirleri eve götürdük. Herhalde bir yıl bu kaşar peynirlerini yedik.

Kaynak: Vehbi Koç, Hayat Hikâyem, İstanbul, 1983