Uludağ’ın Nasreddin Hocası

Sakıp Sabancı, haftanın ilk günü Alaattin Büyükkaya ile birlikte gündeme geçmeden önce günlük gazetelerdeki kendisi hakkında çıkan haberleri gösterdi. Bir kısmı magazin sayfalarındaydı. Sakıp Sabancı “Uludağ’ın Nasreddin Hocası” diye manşetti. Bir kısmı ise “Sakıp Ağa Eşeğe Ters Bindi, Ağanın Uludağ Sefası” biçiminde birinci sayfadan birkaç sütuna veriliyordu. Gerçekten Sakıp Sabancı’ya medya mensupları bir mizansen hazırlamış, Uludağ’ın yöresel giysilerini giydirerek, bir merkebe ters bindirmişlerdi. Yuları ise medya mensupları tutuyordu. Sakıp Ağa o mütebessim çehresi ile gülücükler dağıtıyordu eşeğin üzerinde.

“Alaattin, bugünkü gazeteleri gördün mü? Bütün gazetelerde resmimiz ve haberimiz var. Grubumuzun reklamı zirvede. Halkla ilişkiler işte böyle olur.”

Alaattin Büyükkaya gazeteleri görmemişti, şöyle bir göz ucuyla teker teker tümünü inceledi. Hiç de şık görünmedi haber ve resimler kendisine. Ancak Sakıp Bey mutlaka bir değerlendirme isteyecekti. Sıkıla sıkıla görüşünü açıkladı.

“Sakıp Bey ben ciddi olanı tercih ederim.” diyebildi sadece.

Odada buz gibi bir hava esti. O şakacı Sakıp Sabancı gitmiş, yerine tek kelime bile konuşmak istemeyen bir patron gelmişti. AK Sigorta Genel Müdürü de üzülmüştü, “Acaba Sakıp Bey’i sıkıntıya sokacak bir beyanda mı bulundum” diyerek.

Daha sonra gündeme geçtiler. Değerlendirmeler yaptılar gelişmelere ilişkin. Mini bir toplantı gerçekleştirmişlerdi odada. Sonra Alaattin Büyükkaya müsaade istedi, görevinin başına dönmek üzere ayrıldı. Ayrıldı ama aklı hâlâ “Ben ciddi olanı tercih ederim” demesinde kalmıştı. “Hayırlısı olsun” dedi içinden, “İnşallah bir fatura çıkmaz!” diye de düşündü.

Tahmin ettiği gibi Sakıp Sabancı’nın sekreteri aradı. Demek ok yaydan fırlamıştı, kaderine rıza göstermekten başka da yapılacak bir şey yoktu. Sekreter Hanım Sakıp Bey’in kendisini Salıpazarı’nda Holding Binası’ndaki odasında beklediğini söyledi. Bir heyecan başladı Alaattin Büyükkaya’da. Nasıl bir gelişme olacaktı bakalım. “Ben ciddi olanı tercih ederim” demekle nasıl bir fatura konacaktı masaya?

Sakıp Sabancı her zamanki gibi güler yüzüyle karşıladı Alaattin Büyükkaya’yı. Oh be… kısmen de olsa rahatlamıştı. Oturdu ve hemen sohbete geçildi bir mesai sonu akşamında. Ama dur bakalım, sonrasında neler olacaktı?

“Gardaşım, sabah sen bir şey söyledin. Ne demek istemiştin?”

“Özür dilerim efendim. Haddimi aşan bir cümle kullandım. Ancak sizi asla incitmek istemedim. Siz çok güvenilir ve sevdiğim bir iş adamısınız. Benim de patronumsunuz. Çok da iyiliğinizi gördüm. Benim gözümde sizin yeriniz her zaman farklı ve belirli bir ciddiyet içerisindedir. Belki de bu yüzden haddimi aşan bir ifade kullandım. Tekrar özür dilerim. Başka şekilde hazırlanmış haberlerle sizi gazetelerde görmek beni fazlasıyla mutlu ederdi. Siz Türkiye’nin ve bölgemizin en önemli ve en başarılı iş adamı, müteşebbisisiniz.”

Hep dinledi Sakıp Sabancı. Yüzünde de kızgınlık ifadesi değil, yorumlamaya muhtaç bir muziplik vardı sanki.

“Ben sizi teşekkür etmek için arattım. Söylediğin kafama takıldı Alaattin Bey. Uzun süre ciddi ciddi düşündüm. Baktım haklısın. Bugüne kadar benim yüzüme hiç kimse böyle söylemedi ve böyle bir cümle kullanmadı. Ama yerden göğe kadar haklısın. Ben başka bir şekilde basında yer almalıyım. Sorumluluğumla mütenasip bir yayının içinde bulunmalıyım. Buna artık daha fazla özen gösterecek ve dikkat edeceğim.”

Alaattin Büyükkaya’nın gözlerinin içi parladı. Hiç de tahmin etmediği bir gelişme oluyordu. İçinden dua bile etti. Sakıp Sabancı konuşmasını sürdürdü:

“Alaattin Bey, size bir gerçeği itiraf etmeliyim. Bu basınla ilişkilerde ölçüyü kaçırdın mı başına birçok problem de geliyor. Söyleyecek sözün azalıyor. İşin sonunda böyle olaylar yaşıyorsunuz. Her gün basında yer almak bir uyuşturucu müptelası olmak gibi. Basında tek bir gün haberinin yayınlanmadığını görünce üzülüyor, sanki haberin varmış gibi gazeteleri teker teker kontrol ediyorsun. Acaba haberim gazetede yer almış mı diyerekten. Bildiğin halde bunu yapıyorsun. O zaman insanın içini bir başka duygu kaplıyor, yarın basında nasıl yer alabilirim diye. İşte asıl tehlike de o zaman başlıyor! Sana da tavsiyem ederim, dikkatli ol. Haydi gel karşılıklı birer kahve içelim de rahatlayalım. Tamam mı?”

Koltuklara her ikisi de daha rahat yerleşerek, birer kahve söylediler.

Kaynak: Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Yalnız Yürümeyeceksin: Bir Sigorta Duayeni Dr. Alaattin Büyükkaya’nın Hatıraları, Hayat Yayın Grubu