Çok basit görünen hususlar düşünmeye değmez addedilebilir, ancak icraata geçince bunların göründükleri kadar basit olmadıkları anlaşılır. Bir müessesede en zor işlerden biri üst kademe yöneticisinin alt kademelerle temasıdır. Tabii bunun en kolay şekli üst kademe yöneticisinin kimseyle temas etmemesi ve kapandığı fildişi kulesinden müesseseye ait bütün haberleri onun altındaki yöneticilerden almasıdır. Bunun da ne kadar zararlı olduğunu zaman gösterir.
Şüphesiz katı management kaidelerine göre organigramlardaki kutular herkesin vazifesini çok iyi gösterir, bu yönden işleri delege ettiniz mi ötesi alt kademelere düşer. Sizin altınızdaki staff (kademe) size haberleri nasılsa getirecektir. Bu, esasta doğru fakat pratikte yanlış bir düşünce tarzıdır. Zira bugün İNSAN faktörü bütün önemiyle su yüzüne çıkmıştır. O kutular (!) şahsi teması yansıtmazlar. Oysa insanlar, onları yönetenleri, başkaları vasıtası ile değil, direkt olarak tanımak isterler.
Peters ve Waterman Mükemmeliyet Arayışı adlı eserde ilginç bir vakayı anlatırlar. Verimi düşmeye yüz tutmuş bir sanayi müessesesi, durumu düzeltmek için tanınmış eski bir sporcu olan bir yöneticiyi müessesenin başına getirir. Kısa bir müddet sonra verimin peyderpey arttığı tespit edilir. Ne yapmıştır bu yeni yönetici? İşi devralmış ancak fabrikayı bir iki gezdikten sonra aksaklığın masa başında değil de insanlarla temas etmekle giderilebileceğini tespit etmiştir. Bu yüzden vaktinin çoğunu çalışanları tanımak, onlarla konuşmak, dertlerini dinlemek suretiyle personeli motive etmeye azami gayret göstermiştir. Kendince bunu temin ettikten sonra da, masanın üzerindeki dosyalarını açmaya başlamıştır.
Bilmem denediniz mi? Fabrikayı gezdiğinizde, işçilerle konuştuğunuzda bazen onlardan, üst kademe yöneticilerinin size getirmedikleri haberleri duyar, bazen de inanılmayacak olaylara şahit olabilirsiniz. Ben Çayırova’daki fabrikaya gittiğimde vaktimin en az bir saatini fabrikayı gezmekle geçirirdim. İşçilerin elini sıkar, onların hatırlarını sorardım. Hatta şikâyet konularının mevcut olup olmadığını ya kendilerinden ya da işçi baştemsilcisinden öğrenmeye çalışırdım. Sağlık problemleri olanlarla özellikle ilgilenirdim. Bir defasında hiç unutmam, bir işçi iş ayakkabısının yırtık pençesini bana gösterdi. Yüzünde haklı bir kızgınlık ifadesi vardı, zira ıslak bir ortamda çalışıyordu. Fabrika müdürüne gidip sebebini sorduğumda, bana işçilerle direkt temasımın doğru olmayacağını ima etmek isteyen cevaplar almıştım. Ancak bu manasız cevabın işi halletmekten uzak kaldığını, onun yerine yedek iş ayakkabılarının depoda mevcut olup olmadığına bakmanın daha doğru olacağını kendisine ifade ettim. O gün depoda yedeklerin fazla miktarda mevcut olduğunu beraberce saptamıştık. Demek oluyordu ki işçinin şikâyeti sadece bir ihmalden kaynaklanıyordu. Daha bunun gibi çok örnekler kafamda canlanıyor.
Genellikle fabrika yöneticileri genel müdürlerin işçiyle direkt temasından hoşlanmazlar. Oysa bu tür temaslar lehlerinedir. Zira farkında olmadıkları bazı önemli hallerin meydana çıkabildiği gibi, işçilerin de en üst yöneticinin onlarla ilgilenmesinden çok hoşlandıkları bilinir. Ancak maiyetimiz gene de bana sendikal yönden bu tür temasların mahzurlarını önüme sererler, tıpkı muhasebeye ait yeniliklere karşı muhasebecilerin vergi mevzuatını ileri sürdükleri gibi… Ben fabrika yöneticilerime benim için tekerlekleri olan bir büyük cam fanusu yaptırmalarını (!), fabrikaya her gelişimde beni bu fanusun içine sokmalarını ve bu fanusu istedikleri yöne götürebileceklerini söylerdim.
Çalışanlarla temasın bir diğer yöntemi benim ara sıra personele dağıttığım anket föyleriydi. Burada muhtelif sorunlar hakkında personelin düşüncelerini sorar, gelen cevaplar tasnif edilir ve değerlendirilirdi. Birçok anketler daha hassas konulara değindiğinden bu tür föylere imza atılmamasını önerirdim. Bir iki defa pek sert eleştiriler çıkmış ancak buna sevinmiştim. Konuyu özellikle incelemiştim. Buna özellikle değer vermiştim zira üst kademe yöneticisi genelde bir yığın iltifat toplar ancak ona hakikati söyleyenler pek çıkmaz. Meselelerden biri de bu iltifatlara kapılmamaktadır.
Kaynak: Alber Bilen, Türk Sanayiinde Kırk Zorlu Yıl, 1988, İstanbul