Yolculuklar bizi sadece bir yerden, noktadan başka bir yere götürmez. Her yolculuk bize çok şey katar malum. Bilmek için bu kadar çabamızın, bilgiye susamamızın ve bilmeye açlığımızın bize, hayatımızda yeni pencereler açmasından çok daha karmaşık aslında bu başlık kapsamı. Bazı detaylara değineceğim ve özellikle bazı konularda sizden destek rica edeceğim ki yolculuğunuz sizin için anlamlı olsun. Detaylar ilerleyen bölümlerde doğal olarak.
İnsanoğlu yaratılışından gelen merak ve yetiştirilme dönemi dahil edindiği deneyimler (kodlama ile genelde) nedeniyle bilmek ister çoğu konuyu. Kendinin farkında olduğu zamandan itibaren de istemese de yani bunun için özel bir çaba göstermese de aslında birçok konuyu hep araştırır içten dışa doğru. Ben kimim, hayatta amacım ne gibi sorular ise bu araştırma ve dolaylı da olsa farkındalık sonucu doğal olarak uğranan bir duraktır. Bazılarımız bu durakta uzun süre kalırız, bazılarımız neredeyse hiç uğramayız, bazılarımız da o durağı o kadar hızlı geçeriz ki sonrasındaki sorular labirentinde kendimize bir yol çizeriz bulduğumuz her cevap ile doğal olarak. Kendimizi tanımak ergenlik çağına kadar kendimizin birey olduğumuzun farkına varma ve keşif niteliğindeki yakın çevremizi tanımak, diğer insanları tanımak olarak yani işin belki de başlangıcı gibi görünebilir ama bu bilme yolculuğumuzun olmazsa olmazıdır çünkü farkındalık ve bilinç burada devreye girer. Zaten farkında olmama, dış dünya ile iletişim kuramama ve bilinç olmaması durumlarında insan olmamızdan pek de söz edemeyiz. Merak beş duyumuzla ilgilidir çoğunlukla. Diğer ifade ile çevremizi araştırırken, bilinmeyeni ararken beş duyumuzdan öncelikle yararlanırız. Basitçe; görme, koklama, duyma, dokunma ve tat alma diye tanımlıyoruz bu temel duyularımızı.
Bu aşamada kafanızı biraz karıştırmak isterseniz, pardon acaba konu sadece bu kadarla mı sınırlı diye düşünecek olursanız aşağıdaki notlar ilginizi çekecek sanırım.
– Bir kitap: Martin Lindstrom, “Duyular ve Marka” Optimist Kitap
– Bir e-kitaptan alıntı: “Kant diyordu ki, duyular yoluyla bilmek; ancak duyulara çarpanı bilmek, dıştan bilmek demektir. Us, edilgen olarak bu sınırda kaldığına göre etken bir us var mıydı ve o neye yarıyordu? Aristo, duyu, algı, anı, düşünme olarak ruhun gövdeyle birlikte öleceğini söylüyordu… (Necip Alsan, “Eylem ve Düşünce Açısından 20. Yüzyıl” Evrensel Basım Yayın
– Bir farklı sorgulama: “Bilim dünyası 5’ten çok daha fazla duyumuz olduğu konusunda ısrarlı. Şimdilik 21 duyu üzerinde karar kılındı. Bu konuda hemen herkes hemfikir. Ancak çeşitli görüşlere göre bu sayı 33’e kadar uzanıyor. New Scientist Dergisi, duyular konusunu geniş bir dosya olarak ele aldı…” (Haberin detayları için www.hurriyet.com.tr/5-duyu-masal-oldu-yeni-gercek-33-duyumuz-var-301529)
Bilmek aslında bir birikim ve aşama gerektirir. Buradan hareketle “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek (sormamak) ayıp” deyişimizi hatırlamakta fayda var. Bu aşamada aşağıdaki sarmal aklıma geldi. Bir Türk filminde kullanılmıştı. Replikte yanlış hatırlamıyorsam öğrenci hocasına “Bilmediğinizi sorun diyorsunuz ama ne bilmediğimi bilmiyorsam onu nasıl soracağım hocam?” diye soruyordu. 2001’den beri muhtelif dönemlerde üniversitelerin MBA programlarında muhtelif dersler veriyorum.
Öğrencilerime derslerde çoğu detayı dahi sorgulamaları, karşı görüşleri araştırmalarını ve özellikle ne bilmediklerine odaklanmalarını isterim. Böylece konuya tüm boyutlarıyla (bazen deneyim ve uzmanlık gerektiren durumlarda bilgiler önümüzde dahi olsa göremeyiz malum) kısaca her yönüyle bütünsel olarak bakamasa da muhtelif yönleriyle bakabileceğini gösteririm. Bu konudaki giriş cümlem genel olarak şöyledir. “Lütfen bu konuyu (ders konumuz veya sorguladığımız bir ifade, tanım vs.) hiçbir zaman peşin kabullenme ile içselleştirmeyin, kabul etmeyin, sorgulayın, araştırın ki hem konuyu anlamanız daha kolay olsun hem de kalıcı bilgiye dönüşsün öğrendikleriniz. Bu nedenle söz konusu ifadeyi falanca uzman, danışman, guru veya bir yönetici söyledi diye sorgusuz kabul etmeyin. Anlamaya çalışın, acaba bu durum için de geçerli mi diye düşünün, alternatif görüşlere de bakın. Böylece sonuçta elde edeceğiniz bilgiler ışığında konuya özel ifadeleriniz daha anlamlı olacaktır.”
Bilime yolculuk ise biraz daha karmaşık bir yapıda malum çünkü önce bilgi yolculuğuna çıkmış olmak ve yol kat etmiş olmak gerekiyor ki bilim yolculuğu anlamlı olsun.
Bu aşamada sizden ricam aşağıdaki ifadeleri okuduğunuz anda ne düşündüğünüzü söylemeniz, mümkünse de kısaca da olsa yazılı olarak ifade etmeniz ve sonrasında da aşağıdaki ifadelerin ne anlama geldiğini sorgulamanız, araştırmanız olacak. Bunu yaptıktan sonra da kendi ifadenize tekrar dönmeniz ve yeni bilgiler ışığındaki yeni ifadenizle ilk ifadenizi karşılaştırmanız olacak ki sanırım bu deneyim hoşunuza gidecek.
– Her şeyi bildiğini sanan kişi, hiçbir şey bilmiyor demektir. (Bir İtalyan atasözü)
– Bildiğini bilenin arkasından gidiniz. Bildiğini bilmeyeni, uyandırınız. Bilmediğini bilene, öğretiniz. Bilmediğini bilmeyenden kaçınız. (Konfüçyüs)
– Bilmek yetmez, uygulamamız gerekir. İstemek yetmez, yapmamız gerekir. (Goethe)
– Eğer bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım, başım göğe değerdi. (İmam-ı Azam)
– Ne kadar bilirsen bil; söylediklerin, karşındakinin anladığı kadardır. (Mevlana)
– Bildiğim bir şey varsa, o da hiçbir şey bilmediğimdir. (Sokrates)
Sizce “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak nedir?”
Bu aşamada neden bu öneride bulunduğumu fark ettiniz sanırım. Sonuç olarak sizleri başlık kapsamında bir yolculuğa çıkarma konusunda heveslendirdiğimi umarım. Yolculuğunuzdan ciddi kazanımlarla döneceğinizi düşünüyorum. Bu benim için hep geçerli olmuştur.
Konuyla ilişkisel bir yazımı geçmiş yıllarda “Yol arkadaşınız bilgi olsun” başlığıyla ama farklı boyutlarıyla birkaç kez yazmıştım. “Bu yazılardan biri için https://abdullahbozgeyik.wordpress.com/2015/06/25/bayi-yonetimi-sitesi-yazim-yol-arkadasiniz-bilgi-olsun/
Gelelim son aşamadaki genel mazeret üretme yaklaşımına… Sakın ha, çok isterdim ama vaktim dar demeyin çünkü bu yolculuk için Vaktimdar sitesinde bizler çok sayıda içerik paylaşıyoruz sizlerle. Keyifli yolculuklar dilerim.
Yazar: Abdullah Bozgeyik